Bundan üç yıl kadar önce başlayan "fasıl" serisi, geçtiğimiz perşembe akşamı İstanbul Dördüncü Levent'teki Sapphire adlı, inşaatı süren binada devam etti.
Faslın ev sahipliğini, binanın da sahibi olan Kiler Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Nahit Kiler yaptı.
İki gazetecinin, Fehmi Koru ile Erhan Köknar'ın organize ettiği fasıla katılanlar, 54'üncü kattan, İstanbul'u kuşbakışı seyrettiler.
Bir grup arkadaşın, mütevazı bir "kültürel eğlence" (yemek, sohbet ve geleneksel Osmanlı/Türk müziği) olarak başlattığı fasıl akşamları, meraklı konukların katılımıyla kalabalıklaştı ve ünlendi.
İstanbul Yeniköy'deki Sait Halim Paşa Yalısı'nda yapılan bir önceki etkinliğin baş konuğu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dü; daha ne olsun?
***
Unutmadan: Fırsat bulursanız, ne bileyim mesela bir tanıdığınız filan varsa ya da banka hesabınız kabarıksa, Sapphire'i mutlaka gezin.
Sonbaharda bitecek olan bina,
Avrupa'nın en yüksek rezidansı, tabiri caizse
"konut gökdeleni" olacak.
Yani modern bir işhanı değil Sapphire: Daireler oturmak için yapılmış. Sadece alt katta devasa bir alışveriş kompleksi olacak.
750 metrekareye kadar genişleyen ultralüks dairelerin en önemli özelliklerinden biri, önlerinde, çok geniş birer
"bahçe/balkon" olması. Acayip bir şey!
Neyse, biz yine fasıla dönelim.
***
Araştırmalar insanların müzik zevkinin çocukken oluştuğunu ortaya çıkardı.
Müzikal yapılar küçükken beynimize nakşoluyor. Büyüdükçe "o yapılara oturan" müzikleri daha çok seviyoruz.
Tam bir
"Cumhuriyet kızı" olan rahmetli annem, beni klasik Türk müziğinden uzak tuttu.
Radyo dinlerken karşımıza bu tarz bir program çıkarsa, hemen başka bir
"istasyon" aranırdı. Neticede
caz ve
rock sever oldum.
Klasik Türk Müziği'ni biraz olsun anlamak için gençliğimde,
Atatürk Kültür Merkezi'ndeki konserlere giderdim. İşe yaramadı.
Bu önemli müzik türü bir türlü beynimde kendine uygun yer bulamadı.
Fasıla katılan sanatçıların icra ve terennüm ettiği eski parçaları merakla dinliyorum, anlamaya, daha doğrusu hissetmeye çalışıyorum ama olmuyor.
Ne zaman ki yeni parçalara geçiliyor; keyfim yerine geliyor.
***
Evet, saray müziğimizin oya gibi işlenmiş tınılarını pek kavrayamıyorum ama imkân bulduğumda konu hakkında okumaktan da geri durmuyorum.
Örneğin
Cem Behar'ın yazdığı,
"Aşk Olmayınca Meşk Olmaz: Geleneksel Osmanlı/ Türk Müziğinde Öğretim ve İntikal" ve
"Musıkiden Müziğe: Osmanlı/Türk Müziği; Gelenek ve Modernlik" adlı kitapları merakla okumuştum.
Cem Behar,
Boğaziçi Üniversitesi'nde hocadır. İktisat profesörü. Ama bir uzmanlık alanı daha var: Klasik müziğimiz.
Ben BÜ'de öğrenciyken, merhabalaşmanın dışında bir ilişkimiz olmamıştı hocayla.
Çok sonraları, hayata bakışta bazı paralelliklerimiz olduğunu, "konuşmadan" anladık. (Ben onu kitaplarından, o beni yazılarımdan... Benzeri konumda bir başka hoca daha var:
Üstün Ergüder. İlginç bir durum.)
Cem Hoca,
"Şeyhülislam'ın Müziği" (YKY) başlıklı son çalışmasında,
1685-1753 arasında yaşamış
Şeyhülislam Esad Efendi'nin ünlü kitabı
'Atrabül Asar'ı inceliyor.
Behar, müziğe ilişkin bir kitap yazmış tek şeyhülislam olan Esad Efendi'yi tarihsel bağlamı içinde değerlendiriyor.
Kıssadan hisse: Hayatta bir hedefiniz mi olsun istiyorsunuz? Gayet kolay. Hakkında övgüyle kitap yazılan bir insan olun; yeter!