Birinci yarı... F.Bahçe'nin Alex ve Kazım'dan ibaret forvetinin iki anlamı vardı:
1) Daum maçı kaybetme riskini almak istemiyordu. Orta sahayı mümkün olduğunca kalabalık tutarak, G.Saray'ın hücum organizasyonlarını başlamadan kesmeye çalışacaktı.
2) Ama Daum, aynı zamanda, 'Aslan' avına çıkmıştı. G.Saray'ın cümbür cemaat atağa kalkması, evet bol gol atmasına yarıyordu, ama geride kalan geniş alanlar hızlı rakip oyuncuların ağzının suyunu akıtıyordu.
3) Daum bir de sürpriz hazırlamıştı: Roberto Carlos'u çaktırmadan ileriye gönderiyordu. Goldeki katkısı gerçekten çok şıktı.
Daum'un planı ilk yarıda gayet güzel çalıştı. Galatasaray, sadece bir kere gole yaklaştı.
F.Bahçe ise sadece gol atmakla kalmadı, en az iki tane yüzde yüzlük gol kaçırdı; saçımızı başımızı yolduk, bağırmaktan sesimiz kısıldı.
Kazım'ın pozisyonlarında ise hakemlere gerçekten gözlük gerekiyordu: Evet, doğru, Kazım sık sık faul yapıyor. Ama rakibine dokunmadığı anlarda bile, hem de defalarca, faul çalınır mı birader? Belli ki hakemlerin Kazım'a karşı, "Bu çocuk faul yapar" şeklinde bir önyargıları var.
SEYİRCİDEN UTANDIM
Seyirci ise maalesef beni çok utandırdı. Neydi o sahaya atılan cisimler, kaleciye tutulan lazerler, küfürler?
Ayıp!
İkinci yarı... G.Saray'ın bu yarıya daha istekli başlayacağını sanıyordum ama bastıran F.Bahçe oldu.
Kazım gol üstüne gol kaçırırken Alex yaptırdığı ve attığı penaltıyla adeta onun açığını kapatıyordu.
2-0'dan sonra bir F.Bahçe klasiği (?) izlemeye başladık: Rakibini sürklase etmişken, geriye çekilerek taraftarlarını çıldırttı!
F.Bahçe'nin bu geriye çekilme huyunu bir an evvel bırakması gerekiyor. Çünkü rakipleri ancak o zaman cesaret bularak üstlerine geliyor.
Rijkaard'ın bu maça iyi hazırlanmadığı, G.Saray'ın ancak ortalığı boş bulduğu dakikalarda iyi oynuyormuş gibi görünmesinden belliydi.
En çok gol atan takımın 90 dakikada ancak iki üç pozisyon bulabilmesi ve o arada hezimetten kurtulması bunun bir başka kanıtıdır.
Özetle: Bu galibiyet Daum'un eseridir. Maça çok iyi hazırlandığı belliydi. Bravo!