Bir hedefe ulaşmasını engelleyecek faktörleri hesaplayan kişiye 'karamsar' derler. Yanlıştır. Karamsarlık, engelleri gördükten sonra, umutsuzluğa kapılarak, hedefe yürümekten vazgeçene denir.
Kürt Açılımı denen demokratikleşme sürecinde de, karamsarlığa kapılmadan, engelleri hesaplamak ve temizlemek gerekir.
Mesele sadece Deniz Baykal ile Devlet Bahçeli ya da GK Başkanı Başbuğ'un kırmızı çizgili konuşmaları değil.
Planlı ya da tesadüfi olaylar da, süreci sekteye uğratabilir.
***
İşte ilginç bir örnek... Yıldıray Oğur'un haberinden okuyalım:
Başbakan Erdoğan, DTP Başkanı Ahmet Türk'e geçen 29 Mayıs için randevu veriyor.
Ancak 27 Mayıs günü Hakkâri Çukurca'da patlayan mayın, 6 askerin şehit olmasına yol açıyor.
Ankara'ya gelen bilgiye göre mayın uzaktan kumanda ile patlatılmıştır. Yani bir saldırı söz konusudur.
Bunun üzerine Başbakan çok bozulur. 'Tam bir adım atmaya karar veriyorsunuz, bombalar patlıyor' diyerek randevuyu iptal eder.
O arada da Hava Kuvvetleri uçakları kalkmış ve PKK kamplarını vurur. (Taraf, 27 Ağustos)
***
Bu haliyle olay nasıl yorumlanır?
Şöyle bir şey: "PKK yumuşamayı engellemek için saldırdı; cevabını aldı ama diyalogu kesmeyi de başardı."
Görüntü bu, peki ya gerçek?
Galiba gerçek epey farklı!
Bir süre önce internete düşen ses kaydında, bölgede görevli bir tümgeneral ile bir tuğgeneral konuşmaktalar.
Tuğgeneral, söz konusu mayınları kastederek, 'Komutanım, uzaktan komutalı değil maalesef' diyor... Diğeri şaşırınca, 'Bizzat kendim yerleştirdim...' diye devam ediyor.
Tuğgeneral mayınları savunma amaçlı yerleştirdiğini ama askerlerin laf dinlemeyip ihmalkârlık yaptığını söylüyor.
Telefonun öbür ucundaki tümgeneral de, 'Önemli değil, mücadelede böyle ufak tefek hatalar olur' diyor.
***
Bu olayda, 6 şehidi "ufak tefek bir hata" görmek başta olmak üzere, çok sayıda hukuki ve ahlaki sorun var.
Konumuz açısından en önemlisi şu: Madem gerçek bu, niye Ankara'ya "PKK mayın patlattı" deniyor?
Niye yalan söyleniyor?
Dün burada değindiğimiz er İbrahim Öztürk olayını hatırlayın: El bombasıyla ilgili babası Hacı Öztürk'e, valiye ve kamuoyuna yalan söylemişti.
Mayın olayında ise yanıltılan Başbakan!
***
El bombası olayı, nihayetinde genç ve tecrübesiz bir teğmenin suçu...
Bu teğmeni yargılamanın ve cezalandırmanın hiçbir zorlu, meşakkatli, alengirli yanı yok.
Ama asıl yapılması gereken, söz konusu Tuğgeneral ile Tümgenerali tarafsız ve bağımsız yargının önüne getirmek.
Dikkatinizi çekerim: Bu kişilerin tek sorumluluğu ölen 6 er değil. Gerçeği gizleyerek, yalan söyleyerek siyasi ortamı da etkilediler. (Arada başka kimler vardı?)
Eğer mayınların askeriyeye ait olduğu ve ihmalkarlık sonucu patladığı bilinseydi... Başbakan Erdoğan, Ahmet Türk randevusunu iptal etmezdi.
Özetle: 1) O Tümgeneral ile tuğgeneral yargılanacak mı? Şehit erlerden, Deniz Demirci'nin suç duyurusunda bulunan ailesi, aradığı gerçeğe ve adalete kavuşacak mı? 2) Bu tip çalılar temizlenmeden, "açılım kervanı" yoluna devam edemez. Aksi halde; mayın patladı dur, bomba kondu dur, apoletli konuştu dur...
Bazı haller vardır; durursanız, düşersiniz!