Eğer Türkiye bir "demokratik hukuk devleti" olsaydı, 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' başlıklı Nisan 2009 tarihli belgenin Taraf'ta yayınlanmasıyla birlikte ortalık karışırdı.
Bütün partiler, medya ve sivil toplum kuruluşları olayın üstüne gider ve bu süreç, çok sayıda askeri yetkilinin (en az) ordudan atılmasıyla sonuçlanırdı.
Çünkü demokratik hukuk devletinde, halkın oyuyla iş başına gelmiş bir hükümeti devirmeye kalkışmak büyük suçtur.
Bu suçun, hayatını o halkın vergileriyle kazanan bürokratlar tarafından işlenmesi, daha da büyük suçtur.
Hiçbir demokratik hukuk devletinin kanun ve yönetmeliklerinde, 'Ordu halka karşı psikolojik operasyon yapabilir' diye yazmaz.
Hiçbir askerin görev tanımında, 'Hükümete karşı psikolojik harekât planı hazırlar' ibaresi yoktur.
***
Ancak bir de acı gerçek var:
Anayasasında demokratik hukuk devleti olduğu yazmasına rağmen, Türkiye böyle bir ülke değildir. Bunu belgeye gösterilen tepkilerden anlıyoruz.
Dün saat 14.00 itibariyle:
Başbakan Erdoğan bu konuda konuşmamıştı.
İktidar partisi de dahil, siyasi partilerden bir tepki gelmemişti.
Medyanın yarısı olayı, "Silahlı Kuvvetler'in soruşturma açması" gibi ikinci derecede önemli bir konu yönünden haberleştirmişti.
Gazete köşelerinde, "Ordu açıklama yapsa da belgenin ne anlama geldiğini öğrensek" diyen yazılar çıktı. (Galiba pek güzel yazan ama okumayı bilmeyen arkadaşlarımız var.)
Sivil toplum kuruluşlarından da doğru dürüst bir protesto duymadık.
(Not: Atladığım varsa kusura bakmasın.)
***
Bazıları belgeyi büyük şaşkınlıkla karşılamış. Orduya yakışmadığını, ayıp olduğunu filan söylüyorlar.
Halbuki karşımızdaki yeni bir olay değil. Elimizde sürüyle belge var. Son 10 yıla bakmak yeter:
28 Şubat (1997) darbesindeki 'andıç'ı hatırlayın. Yalanlar düzerek insanları işten attırdılar.
Kimse ceza aldı mı? Hayır.
Hilmi Özkök gibi demokrasiye bağlı bir komutanın döneminde (2004) dahi sivil toplum kuruluşlarını askeriyenin güdümüne sokma çalışmaları yapıldı.
Bu çalışmalar semeresini 2007'deki cumhuriyet maskeli darbe mitinglerinde verdi.
Yaşar Büyükanıt döneminde Lahika-1 adlı çalışma yapıldı.
Çok ayrıntılı biçimde toplumun nasıl hizaya sokulacağı tarif ediliyordu. "Hazırlandı ama onaylanmadı" diyerek üstünü örttüler. Sanki "hazırlamak" yeteri kadar suç değilmiş gibi...
Başka çalışmalar da var. Mesela ünlü Koç ailesinin fertleri de dahil, sivil toplum kuruluşlarında çalışan hemen herkes fişlenmiş ve haklarında abuk sabuk, yalan yanlış notlar tutulmuştu.
***
Velhasıl bir alışkanlıkla, bir eğilimle, normalleştirilmiş bir suçla karşı karşıyayız. Bu tür planları hazırlamaya devam edecekler.
Bugün üç beş kişiye 'Emirleri yanlış anlamışlar' deyip disiplin cezası filan verirler ama yarın yine bildiklerini okurlar.
Çünkü bu durum üç kaynaktan besleniyor:
1) Kökleri Osmanlı'ya kadar giden kurum kültürü.
2) "Karşıtlarına" yapıldığı için psikolojik operasyonları mubah gören sivil kesimler.
3) Korktukları için olanları sineye çekenler.