Türkiye'de görenekler çok güçlüdür. Görenek yani "Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı." Tabii bu tutum öğrenmeye de yansır: Duyması ya da okuması asla bir işe yaramaz. Ortalama Türk'ün bir olayı az buçuk kavraması için 'görmesi' gerekir.
İşte örnek: Çok sayıda insanın Ergenekon şebekesinin varlığını kabullenmesi için, toprağa gömülü silahların açığa çıkarılması gerekti. Silahlar, ortalama Türk için 'sağlam kanıt' oldu.
Türklerin bu tip özelliklerini bilenler, mesela 28 Şubat (1997) darbesinde, bunu pek güzel kullanmışlardır.
Ankara'ya getirdikleri Aczmendilere TV kameraları önünde gösteriler yaptırdılar. Görerek kavrayan Türkler de "Eyvah irtica geliyor" diye telaşa kapıldı.
***
Gelelim asıl konuya.
Yıllarca anlatmaya çalıştık: 'Küreselleşme' ile 'Yeni Dünya Düzeni' denilen şeyi birbirine karıştırmayın, dedik.
Yeni Dünya Düzeni (YDD), Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla birlikte ABD'nin dünya siyasetini kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirme çabasıdır.
Yani YDD bir projedir. Ardında bir irade vardır.
Küreselleşme ise kapitalizm denilen üretim tarzının günümüzdeki aşamasıdır. Çok özetle, iletişim çağının kapitalizmidir.
Dijital teknoloji sayesinde sermayenin baş döndürücü bir hızla ve dünya ölçeğinde hareket etmesidir.
Yani küreselleşme bir proje değil, bir mekanizmadır. Tek başına bir devlet küreselleşmeyi denetleyemez, yönlendiremez, hâkim olamaz.
***
Bunları ortalama Türk'e anlatamadık. O hâlâ küreselleşmenin ardında bir komplo aramaya devam etti. Komplonun da ABD'den kaynaklandığını sandı.
Ama ABD ekonomisinin simge şirketlerinden biri olan General Motors'un 'gözlerinin önünde' teslim bayrağını çekmesiyle sanırım jeton düşmeye başladı:
Demek ki küreselleşme ABD'nin denetiminde değildi.
Eğer küreselleşme, iddia edildiği gibi bir devlet politikası olsaydı, Amerikan devi General Motors'un başta Japon Toyota olmak üzere diğer otomotiv şirketlerinin rekabeti karşısında yenilmesine izin verilmezdi.
Ama hayat böyle değil.
Dünyanın dört bir yanındaki yöneticiler, borsacılar ve ekonomistler benzeri duygular arasında gidip geliyor: Heyecan, sevinç, endişe ve hüsran. Amerikalılar da buna dahil, Türkler de!
***
Biliyorsunuz: Küreselleşme karşıtı olan gruplar var.
Dünya düzeyinde faaliyet gösteren şirketlerin bazı yanlış, hatta kötü uygulamalar içinde olduğunu biliyoruz.
Kimi çevreyi kirletiyor... Kimi toplum sağlığını tehlikeye atıyor... Kimi doğal kaynakları tarumar ediyor... Kimi çocuk emeğiyle kâr yapıyor... Kimi çatışma çıkartıyor...
Bu tip uygulamalar izlenmeli ve cezalandırılmalıdır.
Ancak küreselleşmeye karşı çıkmak abesle iştigaldir. Çünkü ardında bir irade olmayan bu mekanizma kendiliğinden çalışır.
Hükümetlerin yapması gereken, o devasa mekanizmaya uyum sağlamaktır.
'Uyum sağlamak' da uygun stratejik kararları alarak, iyi kullanıldığı takdirde refah getiren bu mekanizmadan yararlanıp kalkınmayı hızlandırmaktır.
Bunun ötesindeki tek alternatif, Kuzey Kore gibi sınırları kapatarak, yapay bir akvaryum, daha doğrusu hapishane yaratmaktır.