Perşembe gecesi Bilgi Üniversitesi'nin Dolapdere yerleşkesindeydik. "32'nci Gün " programında türban konusunu tartıştık.
"Tartıştık" dediğime bakmayın. Aslında tartışma filan olmuyor bu tip toplantılarda. Farklı fikirlerden gruplar davet ediliyor. Onlar da hazırlık yaparak geliyor.
Gruplar iki yönlü davranıyor: 1) Karşıt fikirlerin ifade edilmesini en kısa sürede engellemek. 2) Kendi düşüncelerini ortaya koymak.
- Karşıt fikirlerin ifadesini engellemenin; " alkış ", " ayağını ahşap zemine vurarak gürültü çıkarmak ", " söz kesmek ", " laf atmak " gibi yöntemleri var.
- Kendi düşünceni ortaya koyarken de rasyonel-mantıklı bir fikir akışına başvurmaktan ziyade; " sloganları tekrarlamak ", " karşı tarafı suçlamak" en çok kullanılan yöntemler.
Doğrusunu isterseniz Mehmet Ali Birand'ın da hali görülmeye değerdi.
Tecrübeli bir televizyoncu olarak heyecanı artırmanın, tarafları kapıştırmanın reyting sağlamanın başta gelen yolu olduğu biliyordu... Ancak, " aşırıya " kaçanları, hakaretamiz laflar edenleri de engellemesi gerekiyordu.
Bitmedi: Bir de konuklar vardı ve onlara da konuşma fırsatı vermek durumundaydı.
"Üç kefeli" terazi gibi; dengele dengeleyebilirsen!
***
Neyse...
Bizim medyada, üniversite öğrencileri için sık sık tekrarlanan klişelerden biri " pırıl pırıl gençler " lafıdır.
Tamam; pırıl da, neyin pırılı?
Hiç kuşkusuz, çeşitli bilimler ve sanatlar alanında iyi işler yapmaya aday birçok genç var.
Ancak toplumsal ve siyasi sorunlar gündeme geldiğinde, tuhaf bir "kemikleşme" ile karşı karşıya kalıyoruz.
Başkaları tarafından " üretildiği ve formüle edildiği " belli olan kalıpları, sloganları, iddiaları, kulağa bir an için hoş gelen tabirleri, art arda sıralamayı "fikir beyanı" sanıyorlar.
Gerçekten çok tuhaf bir durum bu...
Tuhaflık şurada:
***
Herhangi bir bilim ve sanat dersinden çıkan üniversite öğrencileri; kantinlerde kılı kırk yaran tartışmalara katılır.
Bu öğrencilerden zeki olanları, ilgilendikleri alanda yenilikler yapmaya çalışır.
Ancak toplumsal ve siyasi konularda bu faaliyet yerini slogan üretmeye, dogmaları tekrarlamaya bırakıyor.
Mesela geçen akşam şöyle bir olaya şahit oldum: Mikrofonu alan bir kız, makineli tüfekten çıkan kurşunları andıran kelimelerini art arda dizerek fikrini ortaya koydu.
Ama arkadaşları, onun söylediklerini kifayetsiz bulmuş olacak ki... Konuşmasının yarısında, eline bir kâğıt parçası tutuşturdular... Bunun üzerine kız, o kâğıtta yazılı olanları okumaya başladı!
Bana sorarsanız bir üniversiteli için " yüz kızartıcı " bir durumdu bu. Başkalarının yazdıklarını papağan gibi tekrarlayacaksan, orada ne işin var?
Ben "yüz kızartıcı" diyorum ama o kızın yaptığını asla böyle algılamadığını da biliyorum: " Çok iyi konuştun, hadlerini bildirdin " diyen arkadaşlarının övgüleriyle mest olacak. Dahil olduğu grubun başarılı bir üyesi olarak kendisiyle gurur duyacak.
" Eline tutuşturulan kâğıdı okumanın " bir üniversite öğrencisi için yüz kızartıcı bir durum olduğunu ise yıllar sonra, iş hayatına atıldığında kavrayacak.
O an aklına geldikçe hayıflanacak ama ne çare; iş işten geçmiş olacak.
Not: Dikkat ederseniz programa katılanların siyasi çizgilerinden söz etmedim. Çünkü yukarıdaki davranışları, hemen hepsi yapıyor.