Geçen gün bir okurumuz soruyordu: "Prof. Şerif Mardin'i üyeliğe almadığı için Türkiye Bilimler Akademisi'ni yerden yere vuruyordunuz... Şimdi ise mahalle baskısından söz ettiği için Mardin'i eleştiriyorsunuz... Bu çelişki değil mi?"
Elbette değil!
Hem Şerif Mardin, hem de Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nün diğer hocaları, bizi tam da böyle olalım... Yani kendi öğrettikleri de dahil; hiçbir şeyi gözü kapalı kabul etmeyelim, üzerinde düşünelim, sorgulayalım, tartışalım diye yetiştirdi. ( Eskiden böyleydi, şimdi nasıl bilmiyorum. )
Şerif Mardin bu ülkede yetişen en önemli sosyal bilimcilerden biridir ama bu durum, onun her dediğini sorgusuz sualsiz kabul edeceğim anlamına gelmez.
Mesela Şerif Hoca, mahalle baskısını örneklerken İran'dan söz ediyor.
Halbuki Türkiye'deki devlet, toplum, din ve siyaset ilişkileri İran'dakinden " yapısal olarak " farklıdır.
Bizde Osmanlı'dan beri din, devletin denetimindedir, hala da öyle... O vakit şeyhülislam, padişahın memuruydu, şimdi de Diyanet İşleri Başkanı devletin memuru.
İran'da ise din, devletten bağımsız bir biçimde örgütlenmişti, bizde olmayan bir mollalar sistemi vardı, iktidardan ve refahtan pay almaları baskıyla engelleniyordu, bıçak kemiğe dayanınca 1979'da devrim yaptılar.
Türkiye'de " dinci isyan " olmaması ilginç değil mi? 28 Şubat (1997) döneminde İslamcıların elindeki pompalı tüfeklerden söz ediliyordu, adamların partisi ( Refah ) kapatıldı kimsenin gıkı çıkmadı.
Ardından Fazilet'i kurdular. O da kapatıldı, yine aynı sessizlik... Hani tüfekler, hani kalkışma? Doğru dürüst protesto bile yapılmadı.
Onca tokat yemesine, hatta hakarete uğramasına rağmen Erbakan hala " Ordu bizim gözbebeğimizdir " diyor! Biat arıyordunuz; işte alası...
Şerif Hoca bütün bunları bilmez mi? Bilir, hem de benden daha iyi bilir ama İran'dan ve gün gelip şeriatçı kesime teslim olacak bir AKP'den bahsedebiliyor.
Mahalle darmadağın
Halbuki o kesimin, ancak "AKP dışında" örgütlenebileceğini (tabii becerebilirse) ve böyle bir gelişmenin AKP'yi oy kaybı endişesiyle karşı tedbirlere sevk edeceğini Mardin de biliyor. (Bu ' örgütlenme yeri' meselesini ileride açacağım.)
Gelelim "mahalle baskısı" tabirine.
Daha birkaç yıl öncesine kadar, mesela " İkinci Bahar " dizisini örnek göstererek, artık mahallelerin tarihe karıştığından, aynı apartmanda oturan insanların dahi birbirini tanımadığından yakınarak bahseden biz değil miydik?
Tarhan Erdem'in " Biz Kimiz " adlı araştırmasında, vatandaşlarımızın üçte ikisinin doğduğu yerde yaşamadığı... Beşte birinin de yaşadığı yerden memnun olmadığı, ilk fırsatta büyük kente göç edeceği saptanmadı mı? Önümüzdeki 1015 yılda büyük kentlere 15 milyon
insanın geleceği bilinmiyor mu?
Böyle bir kaotik ortamda, kim kimle nasıl bir araya gelecek de, şeriatçı mahalle baskısı oluşturacak? Hem de bunu öylesine kapsamlı ve örgütlü bir biçimde yapacak ki tüm Türkiye'yi teslim alacak.
Ve bütün bunlar olurken; ordusuyla, polisiyle ülkenin güvenlik kuvvetleri seyredecek...
Hadi canım sen de!
Türkiye'deki toplumsal ve siyasi yapıyı; huzuru, güvenliği bozacak (ve bozmakta olan) bir olgu varsa, onun adı 'mahalle' değil, "mahallesizliktir ". Yani: Yoğun göç, gelir eşitsizliği, işsizlikle beraber gelen yersiz yurtsuzluk...
Gelelim şeriatçılara
Peki Türkiye'de kendini " şeriatçı " diye tanımlayan bir kesim yok mu? Elbette var. Dönemine ve araştırmasına göre yüzde 6 ile 12
arasında değişiyor oranı. Ben bunu yazınca, "Bu oran yuvarlak hesap 7 milyon kişiye tekabül eder, nasıl küçümsersin" diyenler çıkıyor. Küçümsemiyorum ama şunları da biliyorum: 1) Örgütlü değiller. 2) Onlara en yakın parti AKP değil Saadet Partisi . 3) Bizde şeriat talebi,
sınıfsal olarak yoksul ve ezilmiş kesimlerin " adalet " arzusudur.
Buyurun tartışalım.