Siyasi ideolojilerin ortak özelliklerinden birisi, gerçeğin bir bölümünü kesip ayırmalarıdır. Kimi kişi ve olaylar görmezden gelinirken, kimileri ( olumlu ya da olumsuz biçimde) öne çıkarılır.
Bunun son örneğini Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu'nun konuşmasında gördük. Deniz Harp Okulu öğrencilerine konuşan Karahanoğlu, tarih boyunca tüm devrimcilerin din ve gerçek dindarlarla değil; cemaatler, tarikatlar ve dincilerle karşı karşıya geldiklerini belirttikten sonra örnek verdi:
" Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in idam fermanını çıkaran ve işgalci güçlerle işbirliği yapanlar Sait Molla gibi dinciler olmuştur."
Karahanoğlu'nun anlatısına göre tarikatlar Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkmıştır. Dolayısıyla Milli Mücadele, sadece işgal güçlerine karşı değil, onlara karşı da yapılmıştır.
Halbuki bu anlatının gerçeği yansıtmadığını artık biliyoruz.
Bana inanmıyorsanız, Hülya Küçük'ün " Kurtuluş Savaşı'nda Bektaşiler " (Kitap Yayınevi) başlıklı doktora tezini okuyun.
İşte size oradan birkaç ilginç veri:
*Mustafa Kemal 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldiğinde muhteşem bir Seymen Alayı ile karşılandı. Alayın arka kısmında hususi elbiseleri ve ayinleriyle Nakşibendiler, Sadiler, Rifailer, Kadiriler, Mevleviler, Bayramiler, Bektaşiler yer aldı.
*Alayın düzenlenme sebebi halk tarafından iyi tanınmayan Mustafa Kemal'e bir meşruiyet zemini yaratmak; onun bir 'asi' değil, saygın bir lider olduğunu göstermektir.
*Bu alayı düzenleyen kişi ise, Ankara Vali Yardımsısı, defterdarı ve Ümmi Sinan Dergahı şeyh adayı ve bu dergahın tarikatların kapatılmasından önceki şeyhi Yahya Galip ( Kargı ) idi.
*1920'de toplanarak, Mustafa Kemal önderliğinde Milli Mücadele'yi yürüten ilk Meclis'te 403 milletvekili yer aldı. Bunların 85'i din eğitimi almış kişiler veya bilfiil din adamı olarak görev yapan kişilerdi. Meclis'te 10 kadı, 7 dava vekili, 17 müftü, 42 müderris ve 9 şeyh vardı.
*Milli Mücadeleciler, İstanbul hükümetinin fetvalarına, 100 müftünün onayıyla hazırlanmış fetvalarla cevap verdiler. Şevket Süreyya Aydemir bu kapışmayı ' Fetvalar Harbi' diye adlandırır.
*Ankara Hükümeti, yandaşı olan tekkelere ' yemek ve et parası' veriyordu.
Hülya Küçük'ün 400 küsur sayfalık kitabı daha nice örnekle dolu. Olayı özeti ise şudur: O dönemde toplum bölünmüştü. Tarikatlar da bu devasa karmaşadan etkilendi. Kimi Ankara Hükümeti'ni destekledi, kimi İstanbul'u.
Hatta en ilginç nokta şu: Hiçbir tarikat Milli Mücadele'ye topluca destek vermedi ya da topluca köstek olmadı. Halbuki müritler şeyhlerine bağlı oldukları için, kolayca bir tarafa doğru seferber edilebilirlerdi.
Üstelik bölünme ve kararsızlık sadece onlara özgü de değildi. Mesela Erzurum Kongresi toplandığında, geleceğin mareşali Fevzi ( Çakmak ) Paşa, Mustafa Kemal'i tutuklamak üzere gelmemiş miydi? Kazım (Karabekir ) Paşa onu ikna edince İstanbul'a dönmemiş miydi?
İsmet (İnönü) Paşa da Ankara'ya gelmiş, geri dönmüş, sonra tekrar gelmemiş miydi?
Yani bırakın sokaktaki insanı, vatanseverliğinden kuşku duymayacağız komutanların dahi kararsız kalabildiği bir dönemdi o.
Milli Mücadele'ye karşı çıktığı için Sait Molla'yı yeriyorsak, bir kısım müridiyle Kurtuluş Savaşı'na katılan Şeyh Şerafeddin Dağıstani'yi de övmemiz gerekmez mi?
Bunları yazıyorum ama bugünün kapışan kesimlerinden nesnel ve soğukkanlı bir yaklaşım beklemiyorum. Çünkü biliyorum ki asıl amaçları tarihi anlamak değil, onu ideolojik üretimlerinin hammaddesi yapmak.