General Motors firması 1960'larda 'Chevy Nova' adını verdiği bir otomobil üretir. ABD'deki satışlar fena değildir. Ne var ki Latin Amerika ülkelerinde büyük bir fiyasko ile karşılaşılır: Nova satmamaktadır! Niye? Çünkü 'Nova' (nova) İspanyolca'da 'gitmez' demektir. Eh gitmeyeceğini kendisi söyleyen bir otomobili kim satın alır? Bu konuda başka örnekler de birikmiş durumda: Mesela Buick, dört kapılı bir otomobile 'La crosse' adını vermişti.
Ancak Quebec'te (Kanada) ciddi sorunlarla karşılaştı. Çünkü orada Fransızca konuşuluyordu ve 'la crosse' gençlik argosunda 'mastürbasyon' için kullanılıyordu.
Tabii bu tip hatalardan 'sıyıran' firmalar da var. Mitsubishi Montera'nın ilk adı 'Pajero'ydu. Yöneticiler son anda bu kelimenin İspanyol argosunda cinsel ilişki için kullanıldığını (bizdeki 'aganigi' gibi) fark edip 'Montera'ya döndüler.
Birbirine nispeten yakın kültürlerde de benzeri uyumsuzluklar oluyor. Mesela İngiliz otomobil üreticileri Almanya'ya ihracat yapacakları zaman 'mist' (sis, buğu) kelimesini kullanmamaya özen gösteriyorlar.
RollsRoyce firması Silver Mist ( Gümüş Sis ) modelini 'Silver Shadow'a (Gümüş Gölge) çevirerek Almanya'ya göndermişti. Çünkü İngiliz kültüründe romantik çağrışımları olan 'mist', Almanya'da 'gübre' anlamına geliyordu.
***
Aslında yabancı dil ve kültürlerin azizliğine uğrayan sadece otomobil firmaları değil. Kozmetikten giyime birçok firma benzeri sorunlarla karşılaşıyor.
'Sabah Business' dergisinin Aralık 2005 sayısında Doris Ho'nun 'Çin Pazarına Hangi Dilde Girilir' başlıklı ilginç bir makalesi var. Çin müthiş bir pazar ve orada tutunan markalar acayip kâr yapıyor. Ancak ürünün adını yanlış seçerseniz... Yani malınızın Çince'de olumsuz çağrışımları olursa... Çuvallıyorsunuz.
***
Tabii bu satırları okuduktan sonra... "Tamam ama Çin'de ya da başka bir ülkede ne işim var?.. Ben Türkiye'ye, Türkler'e, Türk kültürüne hitap ediyorum" diyen işadamları, yöneticiler, reklamcılar olacaktır....
Onları da uyarmamız gerek: Fazla yerel düşünmeyin! Çünkü sermayenin ve dolayısıyla emeğin, kültürlerin, dillerin ve hatta hastalıkların küreselleştiği çağımızda, fazla 'yerel', fazla 'ulusal' düşünmek olmadık hatalara yol açabilir.
Örneğin son günlerde gazetelerde ve TV'lerde gördüğümüz, çizgi film tarzındaki 'Po-Man' reklamı...
Hani kötü benzin yüzünden öğrenci minibüsü kara saplanıyor... Bizim oğlan, o gün içine işleyen soğuğu asla unutmuyor... Büyüyünce Petrol Ofisi'nde çalışmaya başlıyor... Derken onun Po-Man (ister 'pomen' diye okuyun, ister 'poman' diye) adlı bir süper kahraman olduğu ortayla çıkıyor, falan filan.
Şimdi gelelim malum zurnaya:
'Po', Almanca, 'popo' demek!
"Eee, ne olmuş yani... 70 milyonda kaç kişi Almanca biliyor ki" denebilir.
İşte yukarıda 'küreselleşme' derken anlatmaya çalıştığım tam da buydu... Küreselleşmeyi sadece İngilizce'nin yayılması olarak görmemek gerek.
Bakanlığın istatistiklerine baktım... Geçen yıl Türkiye'ye 20 milyondan fazla turist gelmiş. Bunların en azından 5 milyonu (Almanlar, Avusturyalılar, İsviçreliler) Almanca konuşuyor. Bir de bunlara bizim 'Alamacılar'ı, uluslararası firmalarda çalışanları, Almanca eğitim yapan liselerin öğrencilerinimezunlarını ya da Mesut Yılmaz gibi Almanca bilen siyasetçilerimizi, yöneticilerimizi, kültür adamlarımızı ekleyin...
Hatırı sayılır bir rakama ulaşıyoruz:
Bunca insan 'Po-Man'a bakıp bakıp, 'popo', 'ho-ho' diye gülmeyecek mi? Sonra da bunu (tam da benim başıma geldiği gibi) arkadaşlarına anlatmayacak mı?
'Po-Man' tiplemesinin, benzin satışlarına nasıl bir katkıda bulanacağını zaman gösterecek. Ancak Türk-Alman mizah kültürüne şimdiden büyük bir katkıda bulunduğunu söylemek mümkün.