Ekonomik kriz atlatılınca yönetim guruları tekrar Türkiye'ye davet edilir oldu. Mesela 24-25 Kasım günleri İstanbul Swissotel'de MediaCat Forum 2004 etkinliği var. Pazarlamadan tüketici davranışına, yerli ve yabancı uzmanlar konuşacak.
Peki 'yönetim guruları'nı dinlemenin anlamı nedir? Önce tavrımı ortaya koyayım:
Ben patron olsam... Dinleyeceği yönetim gurusu hakkında bir fikri olmayan... Söz konusu uzmanın yazdıklarını okumamış hiçbir elemanı o konferansa yollamam. Çok istiyorsa versin kendi parasını gitsin.
***
Bu 'sert' yaklaşmı açayım... Yönetim gurusu kimdir? Ya eski bir üniversite hocası... Ya da sektörde pişmiş bir profesyonel. Guruların ortak özellikleri; 'uzmanlık' ve ağızlarının iyi laf yapmasıdır. Gurunun büyük bir 'bilgi ve tecrübe' birikimi vardır. Peki birkaç saatlik bir konferansta... Gurumuz ne kadar yetenekli olursa olsun... Siz öğrenmeye ne kadar istekli olursanız olun... O dev birikimi sindirmeniz mümkün mü? Hayır!
Zaten Ali Saydam da bunu kabul ediyor: "İki kavram, üç kelime kapsalar kârdır." (Sabah, 14 Kasım)
Evet aynen böyle oluyor zaten: İki üç kavramın varlığını öğreniyorlar. Şirkete döndüklerinde bu kavramları toplantılarda filan gelişigüzel kul
lanıyorlar.
Yani konferanstan 'kaptıkları' bilgi değil, 'terminoloji'dir. Ben böylelerini çok gördüm: Kâh bir kaşlarını kaldırarak, kâh seslerine önemli bir şey söylüyormuş vurgusunu katarak, "Eee, tabii, müşteri odaklı olmalıyız" derler. Müşteri odaklı pazarlama hakkında 'nasıl, niye, ne zaman' diye üç beş soru sorsanız... Darmadağın olurlar! Çünkü terimi kullanırlar ama onun altını dolduracak ve pratiğe dökecek ne bilgiye sahiptirler, ne de ilgiye!
İkinci nokta şu: Guruları dinlemeye gidenler, konferans aralarında diğer insanlarla tanışır. Böylece aynı terminolojiyi kullanan, aynı yolun yolcusu bir yönetici zümre oluşur. Aralarında bir tür sınıf bilinci gelişir.
Yani... 'Hayat boyu eğitim' adı altında... Kendisini yaratan, giderek kastlaşan bir bembeyaz yakalılar takımı söz konusu.
Her tür bürokrasi gibi, bu şirket bürokrasisi de giderek dal budak salar. Yeni görevler, yeni pozisyonlar oluşturur.
Bu genişleme, bir krizle birlikte şirketin hantallığı belli olana ve acımasız bir CEO'nun testeresini çıkarıp ağacı budamasına kadar sürer. (Tabii bu arada şirket batmazsa!)
***
Ben buna karş mıyım? Hayır değilim. Çünkü şirketlerin ulus-aşrı hale geldiği şu küreselleşme çağında, bunun kaçınılmaz olduğunu görüyorum.
Ama dedim ya... Eğer patron olsaydım... Yüzlerce dolar vererek konferansa göndereceğim bir elemanın, sadece kendisine değil, şirketime de yararlı olmasını isterdim.
Dolayısıyla... Üç beş terim kapacak, üç beş kişiyle tanışacak diye ona yatırım yapmam. Önce bu işi gerçekten ciddiye aldığına... Şirkete yararlı ol- maya çalıştığına ikna olmam gerekir.
Mesela 24 Kasım günü
MediaCat Forum'da Prof. Robert Cialdini konuşacak. Bu adam müşteriyi ikna konusunda gelmiş geçmiş en önemli kitaplardan birini yazdı: 'İknanın Psikolojisi'.
Kitap 2001'de Türkçe'ye çevrildi. Söyler misiniz: Onu okumamış bir elemanı, akıllı bir patron niye konferansa göndersin?
Okumadıysa belli ki konuya ciddi bir ilgisi yok! Tek amacı bembeyaz yakalılar zümresine dahil olmak. Yalan mı?