Benİm açımdan o küçük çaplı iz sürme operasyonu Fransıza 'idyllique' (idilik) kelimesiyle başladı. "Ziya'ya Mektuplar"ın 70'inci sayfasında şair Cahit Sıtkı Tarancı bu kelimeyi kullanmıştı. 13 Mayıs 1940'ta Paris'ten gönderdiği mektupta bir ay süren bir 'idyllique' aşktan söz ediyordu. Varlık Yayınları'nın editörü dip notta bunun 'şairane' anlamına geldiğini yazıyordu.
Bu kelime Türkçe'ye 'idil' olarak girmiştir. İdil: Kır, köy yaşamını anlatan kısa şiir ya da düzyazı. Düşünmüştüm: Acaba 'idilik'i kentli kılabilir miydik? Mesela şöyle: "İdilik, idilik konuşma!" (Yani:'Şairane laflar etme.') Ya da şöyle: "Ha, o mu, idilik şeyler yazar."
***
Neyse... Derken yavaş yavaş merakım Tarancı'dan, mektup arkadaşı Ziya'ya yani Ziya Osman Saba'ya kaydı. Sahi, Kadıköy Çarşısı'ndaki sahaf "Sizin ilginizi çekeceğini düşünerek ayırdım" demiş ve bana 'Değişen İstanbul'u satmıştı. Ben de alıp bir kenara bırakmıştım.
'Değişen İstanbul' 1959'un Şubat ayında yayınlanmış (Varlık). İçinde Saba'nın eski günleri anlattığı 6 yazı var. Bir de ölümünden sonra hakkında yazılanlar. Okudum...
***
Bitmedi. Son çıkan kitabı 'Bilim ve Edebiyat'a Yalçın Küçük katıldığı bir söyleşiyi almıştı. Burada felsefeci Afşar Timuçin yakınıyordu: "Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, tıklım tıklım dolu bir amfide sordum: Aranızda Asaf Halet Çelebi adını işiten var mı? Tek kişi bile yanıtlamadı. Ziya Osman deseydim aynı şey olacaktı. Belki Cahit Sıtkı'nın adını bilen bir iki kişi çıkardı. Ama Özdemir Asaf dediğim zaman bütün parmaklar havaya kalktı."
***
Tuhaf bir durumdu. Sanki nereye baksam, neyi okusam Ziya Osman Saba'ya rastlar olmuştum. Sanırım "algıdaki seçicilikle" ilgiliydi bu...
Derken Hayvan dergisinin Şubat sayısı piyasaya çıktı. Sayfaları karıştırıyorum. Aaa! İhsan Tevfik, 29 Ocak 1957'de hayata gözlerini yuman şairi "Bir Ziya Osman Saba vardı; bilir misiniz" başlığıyla anlatmıştı.
Eh artık benim de birkaç kelime etmem gerek, diye düşündüm.
İşte Saba hakkında bir iki not...
***
*1910'da İstanbul'da doğdu. G.Saray Lisesi'ni ve hukuk fakültesini bitirdi. Emlak Bankası'nda, Milli Eğitim Tashih Bürosu'nda ve Varlık Yayınevi'nde çalıştı. *En büyük zevkleri: G.Saray futbol takımını tribünden ve radyodan takip etmek... Çok sevdiği İstanbul'un sokaklarında avare avare dolaşmak... Gemileri seyretmekti... *Sarışınlardan pek hoşlanmadı. Esmerlere, özellikle de hafif tüylü esmer kadınlara ilgi duydu. İki kere evlendi. İki oğlu oldu: Osman ve Orhan. *Sabri Esat, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Vasfi Mahir, Muammer Lütfü, Kenan Hulusi ile birlikte 'Yedi Meşaleciler' adı verilen şair grubundandı. *Ölüm ve küçük adamın hayatı şiirlerinin ana temasıydı. Ölüme özel bir ilgisi vardı. Yıllar boyu ölmeyi, yitirmiş olduğu sevdikleriyle buluşmayı özledi: "En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz/ Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz." Bu yoğun duygu genç yaşta kalp krizi geçirene dek sürdü. Ondan sonra sadece nefes almanın dahi ne kadar önemli olduğunu keşfetti. *1955'te yapılan bir ankette en çok 'Cümlemiz' adlı şiirini beğendiğini söyledi. Okuyalım:
Şu garip yeryüzünde anlaşılmaz ömrümüz
Gelip yanıbaşıma boynunu büken öksüz
Evladı gitmiş ana, siyah yeldirmeli dul
Son kalan eşyasını mezada veren yoksul
Fakirin iç çekişi, zenginlerin usancı
Gurbete düşmüş yolcu, yolcu bekleyen hancı
Şu anda yeraltına günahiyle gömülen
Büyük tımarhanede kahkahalarla gülen
Ölü, ölü yıkayıcı, hasta, hasta bakıcı
Allahım, cümlemize acı...
***
Ben şiir eleştirmeni değilim. Doğrusunu isterseniz; sadece adını hatırladığım, fi tarihinde birkaç şiirini okuduğum Ziya Osman ile yeni tanıştım sayılır.
Ve üzüldüm: Her ne kadar ölüm gibi nahoş, insanı karamsarlığa itebilen bir konuya bu kadar takılmış olsa da... O kaçınılmaz gerçeği böylesine zarif, böylesine duyarlı bir biçimde işleyen kaç şair biliyorsunuz?
Bir dakika!.. Mesela İhsan Tevfik'in yazısına aldığı Dilek adlı umut dolu şiirini de göz ardı etmeyelim:
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi
Bu bahar gününde, dertliyi, ümitsizi
Terfi etmiş memur, sınıf geçmiş öğrenci
Kadını, erkeği, yaşlısı, genci,
Bir bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda
Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş
Çocuklar el ele, bir halka oluvermiş
Görmek isterdim camlardan, odalarda oturmuş
Radyoyu açmış, küçük sofra kurmuş
Yol, meydan, dere, tepe, dağ, bayır, kır
Vapurlar limanlarda yola çıkmaya hazır
Gazinolar, plajlar, sinemalar açık
Her dilden bir şarkı, her dudakta bir ıslık
Ne yoksul ahı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi
Mesut olmuş görmek isterdim hepinizi.