Ressamlıktan yönetmenliğe evrilen 35 yıllık bir kariyer... Onlarca yıldız yaratmış, oyuncu yönetimini çok iyi bilen, her oyuncunun çalışmak istediği, çalışanların övgüyle bahsettiği bir isim... Usta yönetmen Osman Sınav, Turkuvaz Medya'nın ana medya sponsorluğunda, bu yıl 54'üncüsü gerçekleşen Uluslararası Antalya Film Festivali'nde Onur Ödülü'ne layık görüldü. Biz de Sınav'la ödül heyecanını, kariyerini ve atv'de başlayacak yeni dizisi 'Sen Anlat Karadeniz'i konuştuk...
Antalya'da Onur Ödülü almak nasıl bir duyguydu?
Yaşlandım galiba... Onurlandırılmak güzel bir duygu. Bütün kadim kültürlerin yaşayıp yeşerdiği bu topraklarda doğmak ve bu toprakların hikayesini anlatmak, Allah'ın bir lütfu. Böyle bir organizasyonda onur ödülü almak büyük bir gurur.
EN İYİ FİLMİMİ HENÜZ YAPMADIM
Beklediğiniz bir şey miydi?
Hayır... Öyle takdir etmişler. Başkan Bey beni aradığında çok onurlandım.
Ne katıyor böyle bir ödül bir yönetmene?
Onur ödülü alınca, 'Ben en iyi filmimi henüz yapmadım ki' diye hissediyorsun. Bu topraklarda çok hikaye var ve 'İşte benim hikayem' diyebileceğim çok az iş yaptım. Daha çok şey yapmak isterim, hepsi kısmet.
"Çok hikaye var" diyorsunuz ama yerli yapımların çoğu ya komedi ya da sanat filmi. Peki bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef sektör kısır döngüde. Bu ülkede bu kadar çok hikaye varken kısır döngüye girdiğimiz için üzülüyorum. Risk almak lazım; kimse risk almıyor. Sadece 'Bunu yaparsak olur' deniyor.
Bu, 'Halk bunu istiyor' kolaycılığı mı sizce?
Evet, sektör sizi buna iter ama sizin kendi yolunuzu çizip vizyoner olmanız gerekir. Sadece gişeden bakarsanız bu kolaycılığa teslim olursunuz. 'Halk bunu istiyor' deyip oradan yürürseniz orada kalırsınız. Yeni bir vizyon geliştiremezsiniz. Bunun için vizyoner olmak lazım.
Dizi ve sinema... Sürekli bir üretim halindesiniz. Hangisi sizi daha çok tatmin ediyor?
Tabii ki sinema yaparken daha çok tatmin oluyorum. 'Uzun Hikaye'de yaşadığım mesleki tatmini hiçbir işimde yaşamadım. Sinema; daha derli toplu ve uzun zaman düşünülmüş, vizyonunuzu daha iyi oturtabildiğiniz bir alan. Dizide çok fazla düşünme şansınız olmuyor çünkü hızlı çekmeniz gerekiyor. Dizide ipin ucunu kaybedebilirseniz ama sinemada kaybetmemek lazım.
Bir dergide, 'Konsept üretebildiğim sürece kral benim' gibi iddialı bir sözünüzü okudum.
Sinemada da, dizide de bu işin özü konsept üretebilmektir. Az önce bahsettiğim vizyonerlik de bu. Türk sinemasının en büyük sorunu konsept üretilememesi. Konsept arayışına girmek lazım.
Ünlü ünsüz yüzlerce oyuncuyla çalışıyorsunuz. Öncelikle nelere dikkat ediyorsunuz?
Şöyle bir şey sormak lazım: Kaç star, bir yılda kaç sergiye gitmiş? Rembrandt'ı tanıyor mu? Tiyatroya zaten gitmeleri lazım. Müzikle, edebiyatla beslenmeleri gerekir. Kaç oyuncunun hafızasında bir İsmet Özel şiiri vardır mesela? Üç tane İsmet Özel şiirini duygusuyla okuyamayana oyuncu demem. Bunu yapabilmesi gerekir. Neruda kimdir; bilmesi ve merak etmesi lazım.
Bilmezse sınıfta mı kalıyor?
Tabii ki sınıfta kalıyor. Buralardan beslenmesi lazım. Hayata dair bir şey yapıyorsun, insanların vizyonunu açıyorsun; bunu yapabilmek için iyi beslenmen lazım. Yani Yusuf'un hikayesini bilmeden, kuyuya atılan bir karakteri oynayamazsın. Sadece oyunculara değil, görüntü yönetmenlerime de diyorum ki; gidip Rembrandt reprodüksiyonu kitabı alacaksın, akşamları uyumadan birkaç sayfaya boş boş bakacaksın. Resim bilmeyen, ışık gölge dengesini bilmeyen, asla kamera kullanamaz. Kullananlar yolda kalır.
35 YILDIR SETTEYİM
Sizi sinemaya iten şey neydi?
Akademinin tekstil dizayn bölümünde iki yıl okudum. Tekstil, o dönem Türkiye için önemli bir işti. 1975'ten bahsediyorum... Bir tekstil fabrikasında staja gittim. Atölyeye indim, İtalyan tasarımcıların yaptıklarını kopyalıyorlardı. Penceresiz, havasız bir yer. Bir ustabaşı gördüm, 60 yaşına gelmiş hâlâ aynı şeyi yapıyor. Kendimi gördüm orada, hemen kaçtım. O sırada sinemayla ilgilenmeye başladım. 1978 kuşağıyız biz; biraz ideolojik bir kuşak. Sinema yazıları yazmaya ve kitaplar okumaya başladım. Tekstil bölümünden sonra yeniden sınavlara girip Mimar Sinan'da iki yıl sinema okudum.
Hocalarınız arasında Lütfi Akad da vardı değil mi?
Evet, kendisinden çok şey öğrendim. Bize kameradan bakmayı yasaklamıştı, şimdiki yönetmenler monitörün başından kalkmıyor. 35 yıldır setteyim; onu anmadan bir günüm geçmedi. Okurken bir ajansta metin yazarlığı yapmaya başlamıştım ama ikisini bir arada yürütemedim. Birini tercih etmem gerekiyordu, okulu seçtim. En büyük sebebi de; Lütfi Akad ve Metin Erksan gibi hocalarla bir arada olma isteğimdi.
Şu an üzerinde çalıştığınız yeni projeden bahseder misiniz?
Bir Karadeniz dizisi yapıyoruz atv'ye; ismi 'Sen Anlat Karadeniz-Ben Anlatınca Deli Diyorlar'. Bir ekibimiz 2 bin metrede dağların üstünde, diğer ekibimiz de Kaş'ta su altında çekimlere başladı. Sekiz yıl boyunca şiddet ve tecavüz gören, kapatılmış bir kadının bir şekilde kaçıp Karadeniz'e sığınması ve orada yeni bir aşka yelken açması üzerine bir hayatta kalma hikayesi. Karadeniz insanının inadını ve aile birliğini yansıtan, Karadeniz'in eşsiz coğrafyasını ve türkülerini de barındıran bir dizi.
Bu konsepte nasıl karar verdiniz?
Kadın hikayelerini çok önemsiyorum. Kadına uygulanan maddi-manevi her türlü şiddet çok önemli bir konu. Toplumun geleceği, kadınların yüreğinde ve hayata tutunmalarında yatıyor. Bu hikayede çok ciddi bir dram göreceğiz. Yazar arkadaşlarla oturup senaryoyu sahne sahne tartışmayı çok seviyorum. Benim işim, aynı zamanda hobim. Kötü bir senaryodan asla iyi bir iş çıkmaz. Senaryo aşamasına çok titizlendik.
Dizide kimler olacak?
Altı aydır kadro çalışmaları devam ediyor. Yüzlerce audition alındı. Dizide 'Nefes' karakterini İrem Helvacıoğlu oynayacak. Onun kaçıp sığındığı 'Tahir'i ise Ulaş Tuna Astepe oynuyor. Sinan Tuzcu, Öykü Gürman, Serdar Yeğin, Burcu Binici, Nalan Kuruçim, Hilmi Özçelik, Sait Genay ve Aydan Burhan gibi isimler de rol alıyor.
EN SEVDİĞİM İŞİM 'EKMEK TEKNESİ'
Sektörde vizyoner ve risk alan bir isimsiniz...
Öyle olmak lazım. Yeni trendler yaratmak, toplumun nereye gittiğini iyi anlamak lazım. Yenilik, hep aradığımız ve lafını ettiğimiz bir şeydir ama Dostoyevski der ki, "İnsanlar en çok yeni bir şeyden korkar". Vizyoner olmak için risk almak gerekir. Ben hep risk alarak yaşadım.
Hiç pişmanlığınız var mı?
Hayır, hiç pişmanlığım yok. Tabii ki para batırdığım, çok ciddi zarara uğradığım, başarısız olduğum işler oldu. Bunlar olağandır çünkü bir hayal kuruyorsun ve insanlar o hayali satın almak istemeyebilir. Bunun için hayata küsmek yok.
Çok yenilikçi işleriniz var. Sizin için ilk sıradaki hangisi?
En çok 'Ekmek Teknesi'ni severim. En özgün bulduğum oydu. Toplumun en çok ihtiyaç duyduğu şey, o dönemde oydu. Şimdi TRT 'de o niyette ve o tatta 'Yalaza' adlı yeni bir şey yapmaya çalışıyorum. Toplum hızla değişiyor, farklı algılar gelişiyor. Dünyaya Youtube'dan bakan bir gençliğin gelecekte hayatı nasıl etkileyeceğine kafa yormak gerekiyor.
Ressamlıktan yönetmenliğe geçtiniz. Bu süreç nasıl gelişti?
Sanat eğitimine resimle başladım. Ortaokulda bir resim öğretmenim vardı; aynı zamanda manevi babamdı. Anadolu'dan geldikten sonra Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü'ne girdim. Eğitimime orada devam ettim ama para kazanmam gerekiyordu. Resim yaparak para kazanmak çok zordu. Ben de yeteneğimi kullanarak para kazanabileceğim bir dala geçtim.
KENAN GERÇEK BİR STAR
Sizinle çalışmak isteyen onlarca oyuncu var. Bu durum kendinizi nasıl hissettiriyor?
Güzel ve keyifli bir şey. Bir insanın
kalbinin ritmini değiştirmek mutluluk
verici. Bir gün sette bir deney yaptım.
Sesçiye, mikrofonu oyuncunun kalbinin
üstüne koymasını söyledim, "Sağlıklı
ses alamayız" dedi. "Bir şey deneyeceğim,
sen oraya koy" dedim. Kulaklığı
asistanıma verdim ve "Dinle" dedim.
Sonra oyuncumla sahneye dair bir
şey konuştum. Yeniden monitörün
başına geçtiğimde hepsinin ağzı açık
kaldı. "Ne yaptınız hocam?" dediler
bana.
Yeşilçam dönemindeki star sistemine doğru ilerliyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eşyanın tabiatı gereği televizyon
sektörü starlarla evrildi.
Bu, dönem dönem yaşanıyor. Ama
karşılığını bulamadığı zaman da oluyor.
Sinemada da gördük bunu. Bu işin
starlarla olmadığı, asıl meselenin konsept
üretmek olduğu anlaşıldı. "Konsept üretiyorsam
kral benim" dememin sebebi bu.
Konseptiniz iyiyse, sıfır bir isimle bile yürürsünüz.
Bu da yeni bir star yaratır. Sonra
onunla aynı frekansı yakalayamazsınız. O
isimle başkaları çalışır, kese kağıdıyla paralar
götürülür. Öyle olunca iyi olacakmış
gibi... Birkaç defa denenir insanlar ve para
batırırlar. 'Bu işten nasıl çıkacağız?' diye
düşünürler. Sonra dönüp yeniden başka
şeyler denemeye, yeni yüzler çıkarmaya
çalışırlar. Bu bir döngüdür. Bu benim keşfettiğim
bir şey değil; dünyanın her yerinde
böyle.
Sizce şu anki starlar kimler?
Herkesin kabul ettiği birçok isim var.
Başta Kenan (İmirzalıoğlu) var; gerçek bir
star. Çok çalışkan bir arkadaşımız. Kendisini
çok geliştirdi. Tabii ki Kıvanç (Tatlıtuğ)
var. Şunu unutmamak lazım; bu işte kalıcı
olmak starlıkla alakalı değildir, önce oyuncu
olmak gerekir. Starlık kendiliğinden
gelen bir şeydir, sonuçtur.