Yaz geldi... Havalar sıcak... İstanbul kalabalık, telaşlı... Bu yoğunluğun içinde küçük bir nefes almak için Kabataş vapur iskelesindeyim. Büyükada'ya doğru yavaş yavaş yol alırken bizi uğurlayan İstanbul'a bakıyorum. Kulağımda Melih Cevdet Anday'ın o meşhur şiiri; Sezen Aksu söylüyor tabii: "Ada vapuru yandan çarklı / Bayraklar dolanmış cafcaflı / Simitçi, kahveci, gazozcu / Şinanay da şinanay." Martılar yol arkadaşımız. Bir onlar geçiyor bizi, bir biz geçiyoruz martıları...
VAPURDAN İNİNCE ADA RÜZGÂRI KARŞILIYOR
Büyükada'ya iner inmez tatlı bir rüzgâr karşılıyor. Evet, şu pencerenin perdesini havalandıran, denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgâr ama o, yabancı değil buralara. Aksine, tam bir adalı. Zarif bir ev sahibi gibi öpüyor rüzgâr. Adanın saat kuleli meydanındayım. Etrafta meraklı bir kalabalık... Hepsinin gözlerinde bir mutluluk; sanki adaya gelen herkes mutlu ya da ada sunuyor bu mutluluğu. 60'lı yılların içindeyim sanki. Her an, bir köşeden fötr şapkalı bir İstanbul beyefendisi çıkıverecekmiş gibi. Yanında dantel eldivenleri ile döpiyesli bir hanımefendi. Büyükada, bir rüya âlemi...
RENGARENK ÇİÇEKLER, BAHÇELER, KÖŞKLER...
Adanın rüzgârı, insanın başı döndürürcesine güzel kokular taşıyor. Rengarenk çiçekler, bahçeler, köşkler... Mesela şu karşımda duran büyük, beyaz köşk nasıl güzel, nasıl ihtişamlı... Burası Atatürk'ün de defalarca geldiği, adanın ilk oteli olan Anadolu Kulübü imiş. Karşıdaki caddeden kıvrılıyorum. Tabelalar buranın Mehmetçik Caddesi olduğuna işaret ediyor. Müslüman'ın, Yahudi'nin, Hıristiyan'ın kaynaştığı, bir hoşgörü örneği sergileyen bu adada, Ermeni Katolik Surp Astvadzazin Kilisesi'nin önünden geçiyor ve Çankaya Caddesi'ne çıkıyorum. Karşıma Türk filmlerindeki köşkleri anımsatan bir başka güzellik daha çıkıyor. Hani şu Ediz Hun'un Hülya Koçyiğit'e âşık olduğu; fakat teyzesinin kızı olduğu için duygularını açamadığı Samanyolu filmi var ya, o filmin sahneleri canlanıveriyor bir an gözümde. Bu köşk, bir zamanların meşhur Çankaya Oteli; şimdiki adı Agopyan Köşkü.
AHŞABI DANTEL GİBİ İŞLEMİŞLER
Birbirinden alımlı köşkler ben de buradayım dercesine dizilmiş yan yana. Nizam Caddesi'ndeki köşkler arasından yürürken kimi evlerin yalnız görünümü hüzünlendiriyor. Bu köşkler, yazısız mektuplar gibi. Açıp okusam neler anlatacak kim bilir? Merak ediyorum; bu köşklerde yaşanmış hikâyeleri, duvarlarına sinmiş kokuları, tavan aralarına saklanmış kahkahaları... Bir döneme damgasını vuran 'Hatırla Sevgili' dizisinde Ahmet ve ailesinin yaşadığı o muhteşem köşk karşımda. Ahşabı dantel gibi işleyerek neredeyse nakış nakış örmüşler bu binayı. 1880 yılında inşa edilen köşk, balkonları ve çatısındaki kuleleriyle eşine çok az rastlanacak güzellikte.
RÜZGÂRIN SENFONİK SESİ
Nizam Mahallesi'nden yukarı doğru devam ederken, adanın serin rüzgârları mis gibi çam kokularını taşıyor. Dilburnu'ndan yukarı giden yola 'Âşıklar Yolu' deniliyor. Çam ve reçine kokuları eşliğindeki yürüyüş, bir de rüzgârın senfonik sesi, aşkı davet edercesine...
LEZZET ŞÖLENİ
Çiçeklerin, çam ağaçlarının kokusu ve denizin iyoduyla yüklü bir havanın iştahı açtığı da bir gerçek! İskelenin sağ tarafı, restoranların omuz omuza sıralandığı bir lezzet durağı. İstanbul ve iskele manzarası bir yanımda, sipariş verdiğim yiyecekler masamda... Vapur saatine dek mutluluğum tarif edilemez. Veda saati... Son kez bakıyorum ve görüyorum ki bu ada bir tablodan fırlamışçasına gerçek, bir tablonun içindeymişçesine hayal...