Her insan hayatının başrolünü yaşadığı şehirle paylaşır. Şehir bazen bir yaşama fonu ve zemini olmaktan çıkıp hayat filmimizin bizzat kendisine dönüşür. Biz o şehirde yaşarken bir bakarız nereye gitsek şehrimiz de bizde yaşıyor! Bu hali en iyi fark eden ise sinemacılar oldu her zaman... Dünya ve memleket sinemasına baktığımızda bazı filmlerde çaktırmadan, bazılarında ise aşikar bir şekilde ön plana çıktı şehirler. Jönlere, aktrislere taş çıkarttılar adeta. Şehirlerle bütünleşen filmlerin ve o filmlerin konu edildiği şehirlerin peşine düştük.
AH GÜZEL İSTANBUL'DAN TOPKAPI'YA İSTANBUL
Dünyanın en gizemli şehirlerinden biri olan İstanbul Türk sinemasının da başkenti olarak Yeşilçam ve sonrasındaki filmlerin büyük çoğunluğuna dekor oluşturdu. Adalar, hisarlar, Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Kapalıçarşı, Haydarpaşa, Boğaziçi ve yalıları, Beyoğlu, Topkapı Sarayı, Bizans surları, Eyüp ve Karacaahmet mezarlıkları ve daha nice güzellikleriyle yerli filmler kadar önemli yabancı filmde boy gösterdi bu şehir. Ancak bunlar içinde İstanbul'un salt bir dekor olmaktan öteye gittikleri de vardı. Peter Ustinov gibi büyük yıldızların rol aldığı döneminin başarılı macera ve polisiye filmlerinden olan 1964 yabancı yapımı Topkapı, İstanbul'un zenginliklerini tüm dünyaya gösteren bir film olarak yurt dışında İstanbul ile özdeşleşen filmlerin başlıcası oldu. İstanbul'un 1960'lar başındaki halinin belgesi niteliğinde görüntülerle bezenen Tenten ve Altın Post, Sean Connery'nin James Bond olduğu ve büyük kısmı İstanbul'un tarihi ve görsel mekanlarında geçen 1963 yapımı Rusya'dan Sevgiler, Agatha Christie romanından uyarlanan Şark Ekspresi'nde Cinayet, 1999'da yine İstanbul'a uzanan başka bir Bond filmi olan Dünya Yetmez gibi filmler başta olmak üzere pek çok büyük bütçeli yapım İstanbul'un tarihi, turistik ve kültürel zenginliklerini dünya sinemalarına taşıdılar ve dünyadaki yaygın İstanbul algısının oluşumuna katkıda bulundular. Ancak çoğunlukla İstanbul'un derinliğini yansıtan, şehirle asıl özdeşliği kuranlar yerli filmler oldu. Bunların başında ise Sadri Alışık ve Ayla Algan'ın oynadığı Ah Güzel İstanbul geliyordu. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz'ın, senaristliğini Ayşe Şasa ve Safa Önal'ın yaptığı film, evden şöhret olmak için kaçan bir kıza kol kanat geren düşmüş bir İstanbul beyefendisinin hikayesi eşliğinde o dönem toplumun yozlaşmaya başlayan değerlerini hicvederken arka planında şehrin güzelliğine alabildiğine yer vererek adabıyla, tipleriyle, usulleriyle ve şimdilerde büyük ölçüde yok olmuş çehresiyle İstanbul'u günümüze kadar yaşatmayı bildi. İstanbul ve İstanbul adabı denilince ilk akla gelen filmlerin başında yer aldı. Yavuz Turgul'un 1996 yılında çevirdiği Eşkıya ise kıyıda köşede kalmış, tutunamamışların İstanbul'unu gözler önüne sererken Ağır Roman da İstanbul'u yansıtan yüzlerce film içerisinde en öne çıkanlardan biri oldu.
Paris hep doğal platoydu
Paris'i tek bir filmle özdeşleştirmek hayli zor. Paris'ten ilham alan ya da onu fon edinen sinema yapıtları içerisinde ilk akla gelenleri şöyle sıralamak mümkün: Gene Kelly ve Leslie Caron'un başrolde olduğu Vicente Minelli yönetimindeki 1951 yapımı Paris'te Bir Amerikalı örneğin. Film, iş ararken aynı kadına aşık olan iki arkadaşın hikayesi eşliğinde 1950'lerin Paris görüntülerini dünya sinemalarına taşıyarak şehrin uluslararası cazibesini artırmakta önemli bir vazife gördü. Bundan 12 yıl sonra yine Paris'te Cary Grant, Audrey Hepburn ve Walter Matthau'yu bir araya getiren Öldüren Şüphe (Charade) filmi ise gerilim ve korkuyu Paris atmosferinde romantik komedi ile harmanlamayı başarıyordu. Fransız yönetmen Jean Luc Godard'ın Yeni Dalga akımının başyapıtlarından olan Nefes Nefese'si 1960'ta heyecan veren bir aşk ve kaçış hikayesini anlatırken kullanılan devrimci görüntüleme ve anlatım teknikleriyle de dikkat çekti. Tüm dünyada bu kült filmi seyredenler de Jean Paul Belmando ve Jean Seberg ile birlikte koşar adım tüm Paris sokaklarını adımlamış gibi oldular. Bernardo Bertolucci'nin yönettiği 1972 yapımı Marlon Brando'lu Paris'te Son Tango da izleyiciye Paris ziyafeti çektiren filmler arasında yer aldı. 2001 yapımı Amelie ise Paris'in en uçuk semtlerinden biri olan sanatla iç içe geçmiş Montmartre'ı ön plana alarak masalsı ve harika bir Paris sunuyordu seyirciye. 2006 yılında sinemada büyük yankı doğuran Da Vinci'nin Şifresi ise Tom Hanks eşliğinde seyirciyi merak içinde Paris'in en gizemli mekanlarında dolaştırıyordu. Aynı yıl Oliver Assayas'ın Seni Seviyorum Paris'i kentin ruhunu yakalamış gibi görünüyordu. 2011'e gelindiğinde ise Paris bu defa Woody Allen'ın Paris'te Gece Yarısı'yla büyülü gece atmosferi ve sıra dışı tipleriyle arz-ı endam etmekte geri durmuyordu.
PHUKET'İ DÜNYA BİR FİLMLE TANIDI
Phuket, günümüze ulaştığı itibarlı konumunu doğal güzelliklerine olduğu kadar bir James Bond filmine borçlu: Altın Tabancalı Adam. 1974 yılında önemli bir kısmı Phuket ve civarında çekilen film Phuket'i ve doğal güzelliklerini çok geniş kitlelerin tanımasına yol açtı. Roger Moore ve Dr. No rolünde Christopher Lee'yi bir araya getiren ve birinci petrol krizi dönemine denk gelen film büyük ölçüde Bangkok, Macau ve Phuket'te çekildi. Film bu bölgelerin şöhretine katkıda bulundu. Ancak önemli bir kısmının geçtiği Phuket açısından filmin katkısı çok büyük oldu. Eşsiz güzellikleriyle filmde gündeme gelen Nail Adası bu filmden sonra James Bond Adası adını alırken bölge de gerçek bir turizm cennetine dönüşüverdi. Filmin çekildiği bölgelerle birlikte, Müslümanların yaşadığı Panyee Adası, Budist tapınakları gibi güzergahları da kapsayan turlar yapılıyor.
BARSELONA SİNEMAYA ÇOK İLHAM VERDİ
İspanya'ya giden turistlerin büyük bir kısmının kesin uğrak yeri Barselona. Her yıl 8 milyona yakın turisti ağırlayan Katalonya'nın kalbi bu şehre gelenler La Sagrada Familia, Barselona Katedrali, Plaza De Catalunya gibi abidevi yapıları görmeden dönmüyor. Büyük mimar Gaudi'nin şehre damgasını vurduğu sıradışı yapıtlar ise bu şehrin en önemli alamet-i farikaları arasında. Gaudi'nin görenleri hayretler içerisinde bırakan mimari tasarımları kadar olmasa da bu şehirle özdeşleşmiş birkaç film de var kuşkusuz. Bunlardan biri Woody Allen'ın Vicky Christina Barcelona ya da Türkçe adıyla Barselona, Barselona'sı... Javier Bardem, Penelope Cruz ve Scarlett Johansson'u bir araya getiren 2008 tarihli bu filmin çekildiği üç şehirden biri olan Barselona, filmde oyuncuları da geçerek adeta başrolü kapıyor. İki Amerikalı kadının İspanyol bir ressam ile tanışmaları ve her Woody Allen filminde olduğu gibi kendi aralarında karmaşık ilişkiler yaşamaları ekseninde geçen Barselona Barselona, bu şehrin görkem ve romantizminden aldığı ilhamı oyuncularının performanslarıyla doruğa çıkarırken şehrin en güzel manzaralarını da yansıtıyor. Seyircinin Barselona ile büyük bir yakınlık kurmasını sağlayan bir diğer film ise Cedric Klapisch'in 2002'de yönetmenliğini yaptığı İspanyol Pansiyonu... Erasmus programıyla İspanya'ya giden gençlerin maceralarını eğlence, romantizm ve komediye dayalı bir hikaye ile anlatan bu film aslında pek çok öğrenciyi Erasmus için Barselona'ya yönlendiren ana etken olarak da biliniyor. Her kültürden, dünyanın her yerinden insanı neşeyle kucaklayan canlı ve hareketli bir şehir olarak yansıtılan Barselona imajının ve enerjisinin özellikle gençleri çekmemesi imkansız gibi... Barselona'ya bir yıl için gelmiş üniversite öğrencisi başrol oyuncusunun, şehrin caddelerinde koştuğu ve sokaklarından kaybolduğu filmin bu vesileyle yaşayan Barselona'yı tüm renkliliği içinde yansıttığını söylemek mümkün.