1990'ların sonu… 20'li yaşların başındayım. Aslında her şeyin başındayım. Gazetecilik mikrobunu afiyetle yutalı bir iki sene olmuş. Çocukken hayalini kurduğum mesleği, talihin muazzam kurgusuyla yine çalışmayı hayal ettiğim efsane bir dergide, Nokta'ta icra ediyorum. Henüz internet imkanlarıyla hızlanmış bir hayat yok… Mesai arkadaşlarımdan duyuyorum, "Antalya'da Olimpos diye bir yer var. Ağaç evlerde kalıyorsun, yemyeşil bir vadinin ortasında. Yerli yabancı, dünyanın her yerinden sırt çantasını, kitabını, varsa gitarını kapan son hippi'ler gidip kalıyormuş" diye… Ben de bir merak hasıl oluyor ışık hızıyla. Serde müzisyenlik ve rock'çılık var. Eski hippi hikayeleriyle büyümüşüz. "Başka bir tatil mümkün" ışığı çakıyor birden gencecik zihnimde. Özgürlük, müzik, sohbet… Vay ki vay! Kim tutar beni. Anında ekibi topluyoruz tabii. Ballandıra ballandıra anlatıyorum arkadaşlara. Dört beş kişi, çoğu müzisyen. Vın turizm Olimpos'ta buluyoruz kendimizi. Tabii 14 saatlik bir otobüs yolculuğuyla… Sonrası iyilik, güzellik. Konforlu olmayan ağaç evlerde, ruha konfor veren, öyle beş yıldızlı değil gökyüzünün bütün yıldızlarına selam çakan bir 10 gün… Orada tanıştığımız arkadaşlara gece yarılarına kadar müzik yapmalar, doğaçlama bir hayatın ilk provaları. Zeus Tapınağı'nın önünden geçerekten kumsala yürümeler. Hatta odayı da boş verip bazen bir battaniyeye sarınıp kumsalda yatmalar. Gençliğin muazzam rüyalarına dalmalar. İşte bugünlerde hep Olimpos'u düşünüyorum. Son yıllarda çok popüler olduğunu da biliyorum… Ama benim ilk göz ağrım işte… Bana bugünlerde yolculuk ve özgürlük düşü kurduran yer. Hele sağlıkla, huzurla şu günleri atlatalım, sana geliyorum Olimpos.