Şüphesiz gezi yazısı, yazarlığı denince mevzuya, sadece bizim coğrafyamızda değil dünyada bu alanın akla gelen ilk isimlerinden Evliya Çelebi'yi ve muhteşem Seyahatname'siyle başlamak gerekiyor. Evliya Çelebi, eserini yazarken gezdiği yerleri anlatmanın yanında o toplumların yaşamını, kültürünü ve gelenek göreneklerini tanıtmak amacındaydı da bir yandan. 50 yıl boyunca Osmanlı'nın bütün topraklarını arşınlamış Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si, dönemin Osmanlı'sına ışık tutan bir eser. Evliya Çelebi hayatı boyunca 18 padişahlık ve 257 şehir gördü. Kendisi dünyada 12 büyük şehir olduğundan söz eder: Viyana, Prag, Paris, Edirne, Bursa, Kahire, Halep, Şam ve tabii ki İstanbul. 50 yıl boyunca gezdi, zengin konaklarına da misafir oldu, terkedilmiş kalelerde de yattı. Elbet başına olmadık işler de geldi. 1660'larda Almanlar ve Alman yanlısı Macarlar üzerine yapılan bir seferde bölgede olan Çelebi, çalıların arasında hacet giderirken düşman askerlerine yakalandı. Zor kurtuldu. İki kez boğulma tehlikesi geçirdi ve bunun da ayrıntılarını yine yazdı. Bu Çelebi'de öyle bir yer etti ki deniz yolculuğundan korkar oldu, Galata'ya gitmek bile gerekse Haliç'i geçmek yerine atla kilometrelerce yol aldı. Zaten oldukça renkli olan 16 ve 17. yy Osmanlı'sının en renkli simalarından olan Çelebi'nin gezmek için gittiği son yer Mısır oldu ve 1682'de vefat etti. Öyle renkli bir kalemden ve simadan bahsediyoruz ki, onun yaşadıklarına ve yazdıklarına yer vermeye sayfalar yetmez. Ama biliyoruz ki, Evliya Çelebi'yi okumak makro tarihin genel çerçevesi dışında bizi toplumların, insanın en küçük tarihine, kendi döneminin günlük alışkanlıklarından geleneklerine kadar bambaşka bir dünyaya götürüyor.
KANUNİ İÇİN YAZDI
Osmanlı'nın en önemli deniz adamlarından biri olan Amiral Piri Reis, Akdeniz kıyılarının coğrafyasını detaylı bir şekilde anlattığı kitabı Kitab-ı Bahriye'yi 16. yy'da yazdı. Akdeniz kıyılarında seyahat eden denizcilerin kötü hava koşullarında nerelere sığınacakları, geçitler, boğazlar, körfezler ve limanlar hakkında detaylı bilgiler ve örnek rotalar bulunur kitapta. Beş yıl arayla iki ayrı sürümü yazılan kitabın ikincisi Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmak için hazırlanmıştır. Öyle de önemli bir kılavuzdur.
FRANSIZLARIN BİTKİBİLİMCİ SEYYAHI
Fransa krallık bahçelerinin, başka bir deyişle günümüzdeki Doğa Tarihi Müzesi'nin bitkibilimcisi Joseph Piton de Tournefort, bu kurumun düzenlediği araştırma gezilerinin öncüsü. 17. yüzyılda yaşadı. 14. Louis ve bakanı Pontchartrain'in buyruğuyla yeni bitkiler bulmak göreviyle 1700'de Levant'a gönderilen Tournefort, yalnızca bitkibilimcilik görevini yapmakla yetinmemiş, doğmakta olan Aydınlanma Çağı'nın Doğu insanları ve toplumlarına yönelik yeni bakışını da biçimlendirmiştir. Tournefort Seyahatnamesi bu alandaki önemli eserlerden biri. Anlatısının birinci cildi, Ege adalarının hemen hemen eksiksiz bir incelemesini kapsar. 35 ada ve adacığı ziyaret eder ve başka adaları da yerinde derlediği bilgilerle betimler. Tournefort bu adalara günümüzün bir turisti gibi bakmaz, bunun yerine rüzgarların ve korsanların kemirdiği bir toplumu, salgın hastalıkları, batıl inançları, günlük yaşamları ve acımasız yöneticileri ile ilk kez açık seçik gözler önüne serer. Tournefort ikinci ciltte önce uzun uzun İstanbul'u anlatır. Sonra da Anadolu'ya boydan boya aşarak bizi 18. yüzyılın hemen başlarındaki Tokat, Trabzon, Kars, Ağrı, Amasya, Ankara, Erzurum, Bursa ve İzmir ile yüzlerce Osmanlı kasabasına götürür. Tournefort kendini Osmanlı topraklarıyla da sınırlamaz, Tiflis ve Erivan'a kadar gider ve ona tamamen yabancı bir dünyayı yorumlamaya çalışır. Gezileri sırasında İran'ı Batı'ya bağlayan ve Anadolu boyunca uzayıp giden büyük kervan yollarını kullanır, ilk bakışta birbirine karşıt gibi görünen, ama aslında hep birbirine bağımlı olan ve birbirini tamamlayan Doğu ve Batı dünyaları arasındaki bağların önemini vurgular.
DEVRİMDEN ÖNCE SON SEYAHAT!
Che Guevara'nın kaleme aldığı Motosiklet Günlükleri henüz bir tıp öğrencisiyken 23 yaşında, yakın arkadaşı Alberto Granado'yla birlikte üniversite eğitimini, ailesini, hatta ilk aşkı Chicniya'yı geride bırakarak çıktığı ilk Güney Amerika yolculuğunda tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Aslında Che'nin derdi Amerika'yı keşfetmekti bir bakıma. Çeşitli ülkeleri dolaştıkça ve özellikle cüzamlıların bulunduğu hastaneleri ziyaret ettikçe, gözlerinin önündeki tablo netleşmeye başlamıştı: Halkın yanında saf tutmaya karar vermişti. Küba Devrimi'ne giden yolun da hikayesi aslında bu kitap.
ÇÖL KRALİÇESİ'NİN ARABİSTAN'I
Geçmiş yüzyılın en cesur ve gezgin kadınlarından Gertrude Bell hayatını Çöl Kraliçesi adlı kitapta anlatmıştı. Kitap filme alınmıştı. Kraliçe Victoria döneminin seçkin bir ailesi ve ayrıcalıklı sırt çevirip yaşamını Arabistan çöllerinde sürdürmeyi yeğledi. Bölgeyi karış karış gezerek haritalar çıkardı, kazılara katıldı. Çeşitli aşiretlerin ve hiziplerin üyesi olan siyaset adamlarıyla ve dini liderlerle olduğu kadar halkla kaynaştı. Gertrude Bell'in Arabistan'da böylesine benimsenmesi, Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz istihbarat servisinin onu en uygun kişi olarak görevlendirilmesiyle sonuçlandı. Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T.E. Lawrence'ı da bir anlamda yetiştiren, ona yol gösteren, akıl hocalığı yapan, onun nüfuzlu kişilerle ilişki kurmasını sağlayan da Gertrude Bell oldu. Bell'in hikayesi hem gezi hem de tarih bakımından önemli.
1925'İN İSPANYASI'NA YOLCULUK
Ernest Hemingway'in özgün adı The Sun Also Rises olan Güneş de Doğar adlı 1926'da yayımlanan ilk romanı, işin uzmanlarına göre yazarın önemli yapıtıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası kayıp kuşağın insanlarını anlatan roman, Hemingway'in ve Paris'teki arkadaş çevresinin başından geçen olaylar üzerine kurulmuştur. Paris'te yaşayan Amerikalı ve İngiliz bir grup arkadaşın İspanya'ya yaptıkları bir geziyi anlatan roman, yalın gerçekçiliği ve çarpıcı diyaloglarıyla dünya edebiyatının önde gelen yapıtlarından birisi sayılmaktadır. Güneş de Doğar'ı anlatıp da İspanya'dan söz etmemek olmaz. Çünkü, roman, boğa güreşlerini izlemek üzere Paris'ten İspanya'ya giden bir grup arkadaş arasındaki dostluk ve aşk ilişkilerini anlatırken arka planında inanılmaz güzellikte bir İspanya resmi çizer. Kafeleri, şarapları ve sokaklarıyla sizi 1925'in İspanyası'na götürür Hemingway. Fransızlarla İspanyolları karşılaştırırken şöyle yazar Hemingway: "Bir İspanyol garsonun size teşekkür edip etmeyeceğini anlayamazsınız. Fransa'daysa her şey açıkça parasal temeller üzerine kuruludur. İnsanların sizi sevmelerini istiyorsanız, azıcık para harcamanız yeterlidir." Pek çok eleştirmene göre Hemingway'in ilk romanı olmasına karşın en önemli romanı olan Güneş de Doğar, Türkiye'de nedense yazarın diğer romanları kadar ilgi görmemiş. Eğer Hemingway kitaplarını seviyorsanız bu romanı mutlaka okumalısınız. Çağının etkilerini üzerinde taşıyan, her soluğunda savaşın yarattığı büyük yıkımı yansıtan, tüm zamanların en iyi romanları arasında gösterilen roman her yönüyle müthiş.