Halfeti'nin tarihi M.Ö. 855 yılına dayanıyor. O zamanlar Asur kralı tarafından Şitamrat ismi verilerek kurulmuş. Tarih boyunca pek çok uygarlığa tanıklık etmiş. Hitit, Med, Pers, Makedon, Selevkos ve Partların egemenliği altına girmiş gizemli... Çağlar boyunca ismi hep değişmiş. Yunanlılar gelmiş, Urima demiş, Süryaniler ise Kal'a Rhomeyta. Yakın tarihe geçildiğinde ise, 1292 yılında Memluklular tarafından ele geçirilip yine ismi değiştirilmiş. Kal'atül Müslimin adı verilen şehir, Yavuz Sultan Selim ile Osmanlılara geçmiş ve bugün de kullanılan Rumkale adını almış. Ancak Osmanlı döneminde şehir önemini kaybedince yerleşim alanı karşı sahile taşınmış.
SULAR ALTINDA KALDI
1954 yılında ilçe haline gelen Halfeti, Birecik Barajı'nın yapımı ve taşması sonucu 2000 yılında sular altında kaldı. Bugün terk edilmiş haldeki Savaşan Köyü, eski Halfeti olarak geçiyor. Su basması sonucu taşınan evler ise yaşamın devam ettiği yeni Halfeti'yi oluşturdu. Halfeti'nin sular altında kalmasıyla buraya ilgi de arttı. Geçen yıllarda yerli ve yabancı turistler tekne turları ile bu kayıp kenti görmeye geldi. Gaziantep ile Şanlıurfa'nın tam ortasında olup, Şanlıurfa'ya bağlı olan Halfeti ilçesi, Uluslararası Cittaslow Birliği tarafından 2013 yılında, bugüne kadar dünyada yalnızca 264 şehrin almış olduğu 'Cittaslow' yani 'Sakin Şehir' unvanına layık görüldü. Bugün, Savaşan Köyü'nun sular altında olması, insanların yerini yurdunu terk etmesi anlamında hüzünlü olsa da, turizm hareketliliği yaratması açısından belki de faydalı olmuş. Tekne turu sırasında Fırat Nehri'nden geçerken su altında kalan Ulu Cami'nin minaresi ve Rumkale görülebiliyor.
UZUN YILLAR SOLMUYOR
Bir kısmı sular altında kalan Ulu Cami'yi gezerken Halfeti'nin mikro klima etkisi yaratan iklimi sayesinde sadece burada yetişen karagülleri görebilirsiniz. Aynı güller, başka yerlere ekildiğinde koyu kırmızı çıkarken burada siyah olarak açıyor ve iyi bakıldığında uzun yıllar solmuyor. Bugünkü açıklaması iklim nedeniyle olsa da karagül ile birlikte Halfeti'nin efsaneleri de başlıyor. Halfeti ile ilgili anlatılan pek çok efsane var. Yöre halkıyla konuştuğunuzda size tek tek hepsini anlatıyorlar. En bilinen ve isminin de oradan geldiğine inanılan efsanesi Halil ve Fatma adındaki iki gence dayanıyor. Bir Romeo- Juliet hikayesi olan efsaneye göre, aileler iki gencin kavuşmasına izin vermeyince, onlar da el ele tutuşarak kendilerini Fırat'ın sularına atmışlar. Halfeti ismi de, onların isimlerinden türemiş. Diğer bir efsane ise Rumkale beyinin güzeller güzeli oğlundan geliyor. Bizim Narsis olarak duyduğumuz efsane, burada Nergis olarak geçiyor.
Adı Nergis olan beyin oğlu o kadar yakışıklı, o kadar yakışıklıymış ki gören bütün kadınların aklı başından gidip kendilerini aşk acısından nehre atıp ölüyormuşlar. Bir gün nehre giden Nergis, kendi yansımasını suda görünce onun da aklı gitmiş ve suya düşerek boğulmuş. Söylenene göre şimdi boğulduğu yerde nergis çiçekleri açıyormuş. Bir diğer efsane de siyah gül üzerine. Şimdi sular altında olan Ulu Cami'nin yapımında Ermeni taş ustaları çalışmış zamanında. Bunlardan biri olan Asadur'un güzeller güzeli Vartuhi adında bir kızı varmış. Vartuhi, evinin avlusunda kırmızı güller yetiştirirmiş. Karşı kıyıda ise, güvercin ve keklik yetiştiren Müslüman bir genç yaşarmış. Bir gün bu gencin güvercini kaçmış, Vartuhi'nin gül yetiştirdiği avluya konuvermiş. Güvercininin peşinden giden delikanlı, Vartuhi ile karşılaşınca güzelliği karşısında donup kalmış ve hemen aşık olmuş. Asadur bu aşkı öğrenince kabul edememiş ve evlenmelerine razı gelmemiş. İki genç de kendilerini Fırat'ın sularına atarak yaşamlarına son vermişler. Onların ölümüyle, Vartuhi'nin avlusundaki tüm kırmızı güller siyaha dönmüş.
ACI BİR İZ KALSIN
Karagülün şeytanın gülü olduğunu iddia eden bir efsane daha var. İnanışa göre karagül, şeytanın gülüymüş ve kimse ona dokunmazmış. Ancak karagül bir gün bir kıza madalyon olarak gözükmüş. Kız madalyonu sahibine vermek için eline alınca, şeytanın gülüne dokundu diye kızı cadı ilan etmiş halk. Ve kızı çarmıha gerip taşlayarak öldürmüşler. Bunun üzerine şeytan da kızın öldüğü bu topraklarda acı bir iz kalsın diye, "Burada artık sadece siyah gül yetişecek" demiş.
DESTANLAR YAZDIRMIŞ
Halfeti'nin efsaneleri bunlarla sınırlı değil. Bir de burada dağa, taşa yazılmış, söylenmiş efsaneler var. Rumkale civarındaki Hz. Ali Kayası da efsanelerin bir parçası. Hz. Ali'nin bir süre Rumkale'de yaşadığına inanılıyor. "Benim olduğum yere asla şeytan girmez" diyen Hz. Ali'ye karşılık, şeytan da "Benim giremeyeceğim yer yok" demiş. Bunun üzerine Hz. Ali ile şeytan bir iddiaya girmiş. Ancak şeytan köpek kılığına girip korumalara rağmen kimsenin haberi olmadan Hz Ali'nin yanına kadar gelmiş. Buna çok öfkelenen Hz. Ali yanındaki kayayı öfke ile kaldırıp şeytana atmış. Bugün bu kaya hâlâ orada durmakta.
FIRAT'IN DİŞİ RUHU
Bir diğer efsane ise mağaraya atfedilmiş. Yine Rumkale civarında karşılıklı iki mağaradan birinin adı Hıdırellez Mağarası. İsmi önündeki oyuk taştan geliyor. Bu taşın mağaraya çamaşır yıkamaya gelen bir kadın olduğuna inanılıyor. Efsaneye göre çamaşır yıkamaya gelen kadın, yıkanmak ister ve üstündekilerini çıkarır. Çırılçıplak kalan kadın, mağaraya erkeklerin geldiğini fark edince "Allah'ım beni taşa çevir de çıplak görmesinler" der ve oracıkta taşa döner. Henislik adı verilen yer için de başka bir efsane söylenir. Efsaneye göre kralın kızı çobana aşık olunca malum yine evlenmelerine izin verilmez. Henislik'e kaçan gençleri takip ettiren kral, burayı yaktırır ve iki genç burada yanarak ölür. Süt Pınarı ise artık Fırat'ın suları altında kalmış ama efsanesi anlatılmaya devam ediyor.
Buradan akan su, süt gibi bembeyazmış ve doğum yapan kadınlar sütü bol olsun diye buraya gelirmiş. Hedik pişirilir ve üç kere 'Al sana Hedik, ver bana süt!' diyerek sudaki balıklara atılırmış. Böylece sütü kesilen kadınlara bile bol süt geleceğine inanılıyormuş. Fırat Nehri için yazılan efsaneler anlatmakla bitmez. Bunlardan biri de burada geçiyor. Efsaneye göre Fırat Nehri'nden çıkan olağanüstü varlıklar varmış. Bunlar yakalanıp yakasına bir iğne batırılır ve eve getirilirse o eve bolluk, bereket gelirmiş. Varlık evde hizmet edermiş ancak yakasından iğne çıkarılırsa Fırat'a geri dönmek zorunda kalırmış. Geri dönünce de kendi ailesini onu kabul etmezmiş. O zaman Fırat kırmızı bir renk alırmış, bu da o varlığın kabul edilmediği ve öldüğünü gösterirmiş. Bu hikaye de 'Fırat'ın dişi ruhu' diye anlatılıyor.