Türkiye ve yurt dışında birçok yere seyahat ettiğim ve gezmeyi çok sevdiğim için kendimi bir gezgin olarak nitelendirirsem yanlış olmaz. Ancak geçen hafta, bir gezgin olarak büyük bir eksikliğim olduğunu anladım. Çünkü Mardin'e geçen hafta ilk kez gittim. Ve bugüne kadar bu kadim şehre gelmediğim için kendime çok kızdım. Neyse hatanın neresinden dönsen kârdır, geç de olsa Mardin'i keşfettim de gezgin olarak bu ayıbımı da gidermiş oldum. Eşim ve 10 yaşındaki kızımla birlikte gittiğim Mardin'e bayıldım. Çünkü müthiş coğrafyaya, müthiş bir mimariye ve müthiş bir tarihe sahip. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en gözde şehirlerinden biri olan Mardin, birçok medeniyete, kültüre ve dine ev sahipliği yapmış. Camileri, kiliseleri, manastırları, türbeleri ve kendine has mimarisi ile mutlaka görülmesi gereken bir şehir. Zaten şehre adım attığınız andan itibaren farklı medeniyet ve kültürlere doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu yolculukta size hoşgörülü Mardinliler eşlik ediyor. Mardinlilerin yanı sıra bizim bir de profesyonel bir eşlikçimiz vardı; rehberimiz Elif Erol... Sanat tarihi mezunu olan Elif, şehri gezdirmekle kalmayıp Mardin ve tarihiyle ilgili çok derin bilgiler aktardı. Müthiş bir rehber olan Elif'e bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum.
MARDİN EVLERİ
Mardin'de öncelikle sokak aralarında gezip Mardin evlerini görmelisiniz. Zaten şehrin tarihi dokusunu ve kültürünü en iyi şekilde yansıtan Mardin evleri. Mazı Dağı'nın güney yamaçlarına kurulan evler, şehre harika bir manzara kazandırmakta. Şehirde sarı kalker taşı çıkarılıyor. Mardin evleri taş işçiliğinin de en güzel örnekleri arasında yer alıyor. Daracık sokaklarda, adeta birbirinin içine geçmiş, dünyada eşi benzeri olmayan ve üstelik günümüze kadar gelmeyi başarmış evleri görünce etkilenmemek mümkün değil.
Bu arada tarihi şehir uzaktan da çok güzel görünüyor. Mardin farklı dinlerin ve kültürlerin şehri olduğu için ziyaret edilmesi gereken çok sayıda cami, kilise ve manastır bulunmakta. İyi bir planlamayla iki günde keşfedebileceğiniz Mardin turumuza Kasımiye Medresesi ile başladık. Ardından Mardin'in köklü geçmişine dair bilgiler edindiğimiz Mardin Müzesi'ne gittik. Tabii, Zinciriye (İsa Bey) Medresesi ile Ulu Camii ve günümüzde hâlâ aktif olarak Süryaniler tarafından kullanılan Deyrulzafaran Manastırı'nı da görmeden dönmek olmazdı.
GEZDİK GÖRDÜK ETKİLENDİK
Kasımiye Medresesi: Kasımiye Medresesi'nin yapımına Artuklu Dönemi'nde başlanıp Akkoyunlu Hükümdarı Cihangiroğlu Kasım Padişah döneminde bitirilmiş. 14. yüzyılda kesme taş kullanılarak yapılan ve günümüze kadar ayakta kalmayı başaran medrese, iki katlı, kubbeli, tek ve açık avlulu. Müthiş bir taş işçiliği ve süslemesi olan medrese, Mardin yapılarının en büyüğü olma özelliğini de taşıyor.
Zinciriye (İsa Bey) Medresesi: Halk arasında Zinciriye veya İsa Bey olarak bilinen medresenin asıl adı; Sultan İsa Medresesi. Mardin'de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih tarafından 1385 yılında yaptırılmış. Medrese dilimli kubbeleri ile çok uzaklardan bile dikkat çekiyor. Müthiş bir akustiği olan medresenin, Kapadokya'dan getirilen taşlarla sağlanan aydınlatması da çok dikkat çekici. Mescidin tam ortasında bulunan taşlar ışık tutulduğunda parlıyor ve içeriyi aydınlatıyor.
Deyrulzafaran Manastırı: Şehrin dört kilometre dışında, Mardin Ovası'na hakim bir noktada yer alan Deyrulzafaran Manastırı hakkındaki bilgileri bize Rahip Gabriel verdi. Üç kattan oluşan manastır 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuş. Manastır, MÖ Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilmiş. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun bazı azizlerin kemiklerini buraya getirterek kaleyi manastıra çevirmiş. 15. yüzyıldan sonra Manastır'ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı manastır, Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adı ile anılmaya başlanmış. Deyrulzafaran Manastırı, günümüzde Süryani Kilisesi'nin önemli dini merkezlerinden biri. Mardin Metropoliti'nin ikametgahı olan Deyrulzafaran Manastırı, Süryaniler tarafından dua ve bereket almak için ziyaret ediliyormuş.
Bakırcılar Çarşısı: Kazancılar Çarşısı da denilen Bakırcılar Çarşısı, zamana meydan okuyor. Zamanında Mardin'de kullanılan mutfak eşyaları ile yemek takımlarının tamamına yakını bakırdan oluştuğu için bakırcılık mesleği Mardin'de çok gelişmiş. Günümüzde her ne kadar çoğu hediyelik eşya yapmakla meşgul olsa da bakırcılık hala yaşıyor ve Bakırcılar Çarşısı da aktif olarak şehre hizmet ediyor.
Dara Antik Kenti: Şehre biraz uzak (30 kilometre) ama burayı görmeden dönmek olmaz. Oğuz Köyü'nde yer alan antik kent, Yukarı Mezopotamya'nın en önemli yerleşim yerlerinden birisiymiş. İmparator Anastasius'un (491-518) girişimleriyle 505 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu'nun doğu sınırını Sasaniler'e karşı korumak için askeri amaçlı bir garnizon kenti olarak kurulmuş. Kaya içine oyulan yapılardan oluşan antik kentin çevresi 4 kilometrelik bir surla korunmuş.
İLGİNÇ BİR KÖY VE SIRA DIŞI BİR PİZZACI
Biraz da neler yiyip içtik onlardan söz edeyim. Öncelikle Midyat yolu üzerindeki Kafro's Pizzeria'dan başlayayım. Kafro (Elbeğendi) Köyü'ndeki pizzacı, adeta köyün simgesi haline gelmiş. Zaten köy de bildiğimiz köylerden değil. Villalardan oluşan köyde, kendinizi adeta İstanbul'daki lüks bir sitede gibi hissediyorsunuz. Köy 10-15 villadan ibaret, sonunda da pizzacı Kafro's Pizzeria var. Menüden yedi farklı pizza söyledik; hepsi harikaydı. Hayatımda ilk kez kenger yedim. Kengerli pizza da güzeldi ama en güzeli Kafro pizzaydı.
ŞEHRE BÜYÜK KATKISI OLMUŞ
Mardin'de felekten bir gece çalmak isterseniz, adresiniz Murat Cercis Konağı olmalı. Konağın sahibi Mardinli girişimci Ebru Baybara Demir, 1888'de yapılan konakta istihdam ettiği yörenin kadınlarıyla yöresel yemekler servis ediyor. Sunumlar bakır kaplarda yapılıyor. Ebru Hanım bu girişimle, konağın adını dünyaya duyurup şehrin tanıtımına büyük katkı sağlamış. Ayrıca Yasemin Pide ve Lahmacun Salonu, Seyr-i Merdin, Rıdo Kebap Salonu, Yusuf Usta ve Sadık Künefe de tavsiye edebileceğim lezzet duraklarından.