Bu hafta rotamız Venedik olsun... Karnavalı, gondolları, San Marco Meydanı, sarayları, müzeleri ve tarihi... Bir de hâlâ devam etmekte olan, 24 Kasım'da son bulacak bienali var değil mi... Biri "Venedik" dediğinde tüm bunların yanı sıra benim aklıma bir de seli geliyor. 2012 Kasım ayında bir moda markasının sahibi ile buluşmak için Venedik'in yolunu tutmuştuk. Tarihin en büyük sel felaketi yaşanıyordu. Aslında 'felaket' kelimesi her ne kadar haberlerde geçen bir kelime olsa da durum tamamen heyecan verici ve ilginç bir tatile dönüşmüştü. Otele vardığımızda personel valizlerimizi kafalarının üstünde taşıyordu. Bizlere de birer balıkçı çizmesi ve tulumu verildi. Belimize gelen sular arasında hiçbir şeye aldırmadan şehri gezmeye devam ettik. San Marco Meydanı'ndaki kafeler pazar masalarından bir yol inşa etmişlerdi. Şehrin dörtte üçü sular altındaydı. Ama su basan mağazalar ürünlerini satmaya, restoranlar da servis vermeye devam ediyordu. Yaşadığım en ilginç seyahat deneyimlerinden biriydi. Defalarca kez geldiğim Venedik'te bir ilk başıma gelmişti. Ama bu seller altında kalmış hali bile güzeldi. İşte o an da insanın aklına o malum soru düşüyor... Malum lagüne kurulu olan ve su kanallarıyla çevrili olan Venedik, zeminindeki çökmeler nedeniyle sık sık su baskınları ile karşı karşıya kalıyor. Peki ama bu tarihi ve turistik kent gerçekten de sular altında mı kalacak... Sanırım bir sel baskınında şehri keşfederken insan bunu sık sık düşünüyor. Elbette Venedik yazım sel baskınından ibaret değil. Zira sonrasında ve öncesinde de sık sık gitmiştim Venedik'e... Her defasında farklı şeyleri beni etkilemeyi başardı üstelik... Örneğin çocuk denilen yaşlarımda ailecek çıktığımız İtalya turunda beni en çok Palazzo Ducale (Düşler Sarayı) etkilemişti. Saat Kulesi'ni ve Büyük Kanal'da tur yapmayı da çok sevmiştim. Gondolla tur ise sanırım yediden 70'e herkese hitap eden bir etkinlik. Büyüdükçe ise farklı yönlerini keşfetmeye başladım. Sanat kadar modası ve gastronomisi de öne çıkmaya başlamıştı. Keşfedilmesi gereken pek çok lezzet durağı ve tadılması gereken yemek vardı. Kısa bir nostalji yaptıktan sonra masalsı şehri gezmeye başlayalım mı? Hem Venedik için sonbahar en iyi zamanlardan biri...
ARABA YERİNE GONDOL
İhtişamın, şatafatın, zenginliğin kalbine gidiyoruz... Aynı zamanda da bir yüzen şehre. 118 ada ve onları birbirine bağlayan kanallar üzerine kurulu bir şehir. Elbette kanalarda sadece yayalar gezinebiliyor. Otomobil yok. Eskiden zenginler araç olarak gondol kullanırlarmış. Şimdiler de şehrin simgesi olan gondollar turistlerin gözdesi konumunda. Bu arada gondolları kullanmanın çok da kolay olmadığı ve ustalık gerektirdiği bilgisini de paylaşayım. Kullanmayı denediğimden değil de bize anlatılanlardan biliyorum elbette. TARİHTE VENEDİK
Venedik aynı zamanda Veneto bölgesinin de başkenti konumunda. Ayrıca şehir eskiden Venedik Cumhuriyeti'nin de başkentiydi.13 ila 17. yüzyıllar boyunca sanatın ve ticaretin önemli merkezlerinden biri konumundaydı. Rönesans hareketinin de önemli merkezlerinden biri. Zaten bunu kentte attığınız her adımda hissediyorsunuz. Sanatın her alanında da önemli bir rol oynamış. Senfonik müzik ve operanın gelişiminde de katkısı var. Aynı zamanda Antonio Vivaldi'nin de doğduğu şehir. Bu arada Kızıl Rahip lakaplı Vivaldi'nin 500'ün üzerinde konçerto bestelediğini unutmayalım ve bir kez daha saygıyla analım.
GEZMEYE MEYDANDAN BAŞLAYALIM
"Ne yapılır, gezmeye nereden başlanır?" derseniz, yanıtım elbette "San Marco Meydanı" olacaktır. Napolyon Bonapart'ın burayı 'Avrupa'nın en güzel çizim odası' olarak adlandırıldığı rivayet edilir. Burası aynı zamanda şehrin sosyal, dini ve politik merkezi olarak kabul edilir. San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı, Aziz Mark'ın Çan Kulesi gibi görülmesi gereken pek çok önemli yapı da bu meydanda yer alır. Ayrıca şehrin kalbi bugün de hâlâ burada atar. Meydandaki kafelerde oturup sıcak çikolata ya da bir şeyler içip gelen gideni izlemenin keyfine de diyecek yoktur. San Marco Bazilikası görülmesi gereken yerlerden biri dedik. Özellikle de mozaikleriyle dikkat çekiyor. Dış cephesindeki heykel kabartmaları da görsel bir şölen yaratıyor. Küçükken bakmaya doyamadığım, gotik mimariye sahip Dükler Sarayı da şehrin simgelerinden biri. 9. yüzyılda inşa edilen saray o denli ihtişamlı ki fotoğrafına bakınca bile hak vereceksiniz. Yine 9. yüzyılda inşa edilen ama 1900'lü yılların başında çöken Aziz Mark'ın Çan Kulesi ise sonrasında aslına sadık kalınarak yeniden restore edilmiş. Terasında enfes bir manzara var, sırf bunun için çıkmaya değer.
GÖRÜLMESİ GEREKEN YERLER
Gezilmesi, görülmesi gereken pek çok yer var Venedik'te. Hatta fırsat bulursanız Venedik Bienal'ine denk getirip mutlaka bienaldeki işleri de gezmek için zaman ayırın derim. İşte görülmesi gereken yerlerden bazıları:
1400'lü yıllarda inşa edilen Saat Kulesi şehrin simgelerinden biri...
Adını Venedikli aristokrat Teodoro Correr'den alan Correr Müzesi şehrin tarihine dek pek çok şey anlatıyor. Ayrıca iyi bir de sanat koleksiyonu mevcut...
Yazının başında kentte modanın da önemli bir oyuncu olduğundan bahsetmiştim. İşte bunun en güzel örneklerinden biri de Museo di Palazzo Mocenigo yani Mocenigo Müzesi. 17. yüzyılda inşa edilen yapı bugün tekstil ve kostüm müzesi olarak hizmet veriyor.
Bu arada Vendik'e gelip de kanallar arasında gondol turu yapmadan dönmek de olmaz. Gondola alternatif artık deniz taksi benzeri araçlar da hizmet veriyor. Ama bu kadar tarihi atmosferin ruhuna ihanet etmeyelim ve gondoldan şaşmayalım derim. Bu arada gondol turuna başlamak için en ideal noktalardan biri Rialto Köprüsü. Bu köprü üzerinde turistik eşya satan satıcılar da bulunuyor. Hatta epey kalabalık yaya trafiği olan bir yer. Tam altından da gondollar geçiyor. Bu yüzden fotoğraf çektirmek için doğru adres. Gondol turuna başlamak için de... Zaten şehrin en ünlü köprüsü...
VENEDİKLİLER BACARO'DA YER
İspanyolların nasıl tapas barları varsa Venediklilerin de bacaro'ları vardır. Bacaro aslında Venediklilere ait restoran ya da şarap barları anlamında geliyor. Her yıl Venedik'e 20 milyon turist geliyor. Bunların çoğunluğu da turistik restoranlara gereğinden ve ederinden fazla para bayılıyor. Oysa iyi, lezzetli ve tatmin edici bir Venedik yemeğini tatmanın en doğru yer, bacaro'dur. Küçük porsiyonlarda yemeklerin paylaşmalı olarak servis edildiği, sezona hatta güne hatta saate göre de menülerin değiştiği küçük, lokal restoranlardan bahsediyorum. Venedikliler bu küçük paylaşmalık tabaklara da 'cicchetti' (Venedik'te servis edilen küçük aperatifler) derler. Ve bu tabakları günün ilk öğünü kahvaltından akşam yemeğine kadar her öğün tüketirler. Bu arada son derece uygun fiyatlı, salaş restoranlardan bahsediyorum. Biraz bizim esnaf lokantası mantığı. Ama yemeklerin yanında dileyenlere uygun fiyatlı İtalyan şarapları da verilir. İşte Venedik'te lokal gibi yemekler tadabileceğiniz birkaç yerel lokanta önerisi: Osteria al Squero: 'Squero' gondolların yapıldığı ya da onarıldığı tersane anlamına geliyor. Bu minik lokantada Venedik'te son kalan gondol tersanelerinden birine, Squero San Trovaso'ya bakıyor. Lokantanın müşterileri genelde sanat camiası. Zira hemen iki sanat akademisinin yanında hizmet veriyor. Tatlı-ekşi sardalya balığı mekanın spesiyalleri arasında. Vejetaryenler için birbirinden lezzetli spagetti seçenekleri de var. Kuzey İtalya'dan iyi şarapları kadehte servis ediyorlar. Cantina Do Spade: Venedik'i ziyaret edip Cantina Do Spade'ye uğramamak San Marco Meydanı'nı gezip de San Marco Bazilikası'na bakmamak gibi bir şey demişti bir İtalyan arkadaşım. Burası İtalyan usulü köftesiyle de dikkat çeken bir yer. Ama esas uzmanlıkları deniz mahsulleri. İçi morina kremalı morina balığı dolgulu kabak çiçeği dolması desem iştahınız kabarır mı? Bence kabarmalı. Sırf onu yemek için bile Venedik'e gidebilirim sanırım. Güveçte bebek kalamarları ve domates sos ve zencefille pişen karidesleri de bir harika.