Bu yaz rüya gibi geçen Türkbükü tatilimin ardından sezon sonuna doğru farklı bir renk daha olsun diye düşünüp bir Yunan adaları turu yapmaya karar verdik. 800 kişi kapasiteli cruise gemisiyle yola koyulmadan iki gün önce ise Alaçatı'ya da uğrayalım dedik, malum son yılların en gözde tatil destinasyonu burası. Bir tavsiye sonucu yolum Alaçatı'da şimdiye kadar gittiğim en güzel butik otel olan Alavya Otel'e düştü. Ki sonradan öğrendiğime göre otelin sahibi aynı zamanda samimi bir dostum olan Erol Tabanca imiş. Erol; Türkmenistan'da muhteşem eserler yapmış ben de iki-üç kere ziyaretine gitmiştim. Kendisi ülkemize milyonlarca dolar döviz girdisi sağlamış biri. Artık hayatın keyfini çıkarmak için böylesine muhteşem bir oteli Alaçatı'ya kazandırmış. İyi de yapmış... Yıllardır Alaçatı'ya gitmemiştim. Belki Alaçatılılar üzülecek ama Alaçatı'nın o mistik havası gitmiş. Beldenin sembolü olan Hacımemiş Caddesi fahiş fiyatlı restoranların, kafelerin ve geceleri de inanılmaz bir gürültü yoğunluğu yaratan canlı müzik mekanlarının esiri olmuş. Doğrusu; iki gün kafamı dinlemek için Alaçatı'yı tercih ettiğime pişman oldum. 23.30'da öyle bir müzik başladı ki; uyumak mümkün değil! Saat 02.00'ye kadar odada kabus yaşadım. Biz turizmi neden katlediyoruz ki? Ya bu otelleri ya da yüksek sesli müzik yerlerini Alaçatı'nın dışına taşıyın.
MUHTEŞEM DENİZ MAHSÜLLERİ
Neyse Alaçatı'yı ardımızda bırakıp gezimizin ana odağına gelelim... Çeşme Limanı'na Yunan adaları turu için gemiye geldik. İlgililer çok güzel bir sistem kurmuşlar ki; 10 dakikada gemiye girdik. Gemiye adım atarken pasaportlarımızı verdik, onun karşılığında bize bir kart verildi. Gemi saat 14.00'te hareket etti ve hemen hemen 20.00 civarı Mikonos'a vardık. İlk durağımız adanın en meşhur plajı Namos'un yanı başında ve merkezdeki restoranı Kazarma oldu. Gerçekten deniz mahsulleriyle dolu bir sofrada nefis bir yemek yedik. Bilhassa kalamar, ahtapot harikaydı. Tabii Mikonos'tan başka bir tavsiye isterseniz yemek için, Kaursaros Restaurant'ı da önerebilirim. İki mekanda da Türk Lirası ile karşılaştırmazsanız euro üzerinden fiyatlar makuldü. Yıllardır ülke tanıtımına hizmet eden bir turizmci olarak yurt dışında marka olmuş firmalarımız benim için çok değerli. İşte Nusret de onlardan biri! Mikonos'ta Nusret'in açmış olduğu et restoranı dillere destan. Rezervasyonsuz gitmek mümkün değil. Hatta kapıda uzun uzun kuyruklar var. İstanbul, Bodrum, New York, Dubai'de çok başarılı olmuş Nusret Mikonos'ta da zirveye çıkmış, kişi başı fiyatlar ise 250 euro'dan aşağı değil. Restoranda rakı veya Uzo verilmiyor. Sınırsız fiyatlı şaraplar konukların tercihine sunulmuş. Nusret bu yaz Mikonos'tan hiç ayrılmadı, eh fiyatlar böyle mekan da tıklım tıklım olunca Nusret'e Mikonos daha cazip geldi herhalde. Bir kez daha kendisini tebrik edelim. Eğer gündüz de orada kalabilseydik; Super Paradise Kaula plajlarını görmek isterdim. Çok tercih edilen ve beğenilen plajlar olduğu özellikle belirtiliyor. Neyse bir sonraki sefere diyelim...
RODOS'TA OSMANLI İZLERİ
Ertesi sabah 04.00'te hareket eden gemimiz sabah 08.00'e doğru Santorini'ye vardı. Santorini; yüzyıllar evvel yanardağların patlamasıyla meydana gelmiş; yüksek volkanik dağların üzerine kurulmuş bir ada. Adaya teleferik veya katırlarla çıkılıyor. Hayvan haklarına saygımızdan biz teleferiği tercih ettik. Burada biraz da deniz keyfi yapmak için Demilmar isimli plajı tercih ettik. Ve plajın kendine ait restoranında yine deniz mahsullerini tercih ettik. İnşallah kolestroller artmaz bu seyahatten sonra... Santorini Adası'nda Suits of the Gods isimli butik otelde harika bir gün batımını izledikten sonra ada merkezinde ufak tefek alışverişler yapıp gemimize döndük. Gemi müdürü Alper Değer ve geminin Kaptanı Apostolos Kaknis nazik bir şekilde bizi kaptan köşküne davet etti. Bu esnada muhteşem bir manzara eşliğinde Santorini'den ayrılmıştık bile... Gemi turunda en son durağımız ise Rodos'tu. Tarihi adaya bir sonraki gün sabah 08.00 sularında vardık. Bazıları Ronda Plajı'na giderken bizim tercihimiz ise kale içi oldu. 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış Rodos'un kale içinde bütün benliğimizle Türklüğümüzü hissettik. Bilhassa adadaki camimizi görünce bir hayli duygulandık. Birçok kez gittiğimde tercih ettiğim Alexis Restaurant'a bir kez daha uğramadan edemedim. Fakat bu mekan öğle yemeği için kapalı. Tam Tamsa Restaurant'ı tercih edecekken aldığımız bir bilgiyle Four Season Alexis'i keşfettik. Yine deniz mahsulleri ve inanılmaz güzel mezelerle ziyafet çektik. Ama sonunda pek de mütevazı olmayan bir hesap karşımıza çıktı! Ve dönüş zamanı. Çeşme'ye hareket etmek için gemimize döndük. Gemide tüm yemekler açık büfe ve gayet de iyi. 800'e yakın Türk müşteri seyahatten gayet memnundu. Bir turizmci olarak gözlemlediğim şu oldu ki, gemi personeli gayet güler yüzlü ve hizmet aşığı kişilerden seçilmiş. Çeşme'ye vardığımızda gemi yetkililerinin uğurlamasıyla gümrükten geçtik. Çeşme'den Bodrum'a doğru hareket ederken Milas'taki Alaattin Baba Köftecisi'ne de uğramamız olmazsa olmazdı. Nefis köfte ziyafetinden sonra da ver elini Bodrum. Zaten adalar turundan sonra bir hafta deniz mahsulleri yememe kararı vermiştik...
GEMİ TURİZMİ DAHA DA GELİŞECEK
Cruise seyahatine çıktığımız firmanın seneye daha büyük bir gemi kiralayacağını öğrendik. Bu Türk turizmi için çok sevindirici bir gelişme. Önümüzdeki sene Galata Port'un da açılmasıyla gemi turizmi daha da gelişecektir şüphesiz... Şimdiden 200 büyük gemi İstanbul'a uğramak için anlaşmalarını yaptı. Gönül isterdi ki; Türk armatörler de böyle büyük yolcu gemileri için adım atsınlar... Hatta bir zamanlar İstanbul-İzmir arası çalışan Ankara Vapuru'nu dahi özlemle arıyoruz. Olsun, yine de başka gelişmeler yaşanmıyor değil. Örneğin, bir turizm firmasının da önümüzdeki yıl Yunanistan'dan gemi kiralayarak Antalya'dan Mısır'a gemi turu düzenleyeceğini öğrendim. Bu da beni çok memnun etti.