Yılların özlemiydi Vardar Ailesi'nin dedelerinin ülkemize göç ettiği yer olan Makedonya'yı baştan sona gezmek. Aylardan da mayıstı, tüm Makedonya yemyeşildi, haliyle gezimiz çok huzurlu ve dinlendirici oldu. Makedonya'nın başkenti Üsküp'e indiğimizde ilk gördüğümüz şehrin havalimanının ülkemizin önde gelen kuruluşu TAV tarafından işletilmesiydi. Araç ile 20 dakikalık bir yolculuktan sonra Üsküp'teki dostlarımızın yer ayırdığı Park Otel'e yerleştik. Otel şehir stadının yanındaydı. Şehirde insanlar sıcak kanlı ve turizme yatkınlar... Üsküp'ün hemen yanında 1000 metre yükseklikteki Vodno Dağı var. Dağın zirvesinde 660 ampulle ışıklandırılan bir haç gözüküyor. Otelin hemen yanından sakin bir şekilde Vardar Nehri akıyor. Haliyle bu beni epey duygulandırıyor.
Makedonya iki milyon nüfuslu bir ülke... Ülkenin üçte biri Türkler ve Arnavutlardan oluşuyor. Resmi dilleri Makedonca ama ülke televizyonunda Türkçe, Arnavutça ve Bosnakça yayınlar da yapılıyor. Bu ülkede yaşayan Türkler; 1945'ten bu yana ana dilinde eğitim alabiliyorlar. Ülkede Türk liseleri var ve üniversitelerde Türk bölümü faaliyette. Üsküp'te 30'a yakın camii var. Şehirdeki ilk cami Sultan Murad tarafından 1436'da yapılmış ve yakın zamanda Türkiye tarafından restore edilmiş. İsa, İshak Bey, Yahya Paşa, ve Mustafa Paşa camileri de şehri süslüyor. Vardar Nehri'nin ikiye böldüğü şehrin doğu yakasında Makedonlar, batı yakasında ise (Eski Üsküp) Müslümanlar yani Türkler ve Arnavutlar yaşıyor. Üsküp'ün sembollerinden Taş Köprü Vardar Nehri'nin üzerinde ve şehre mistik bir hava veriyor. Üsküp'ün merkezindeki heykeller göze çarpıyor. Bunlar içinde en görkemlisi Büyük İskender'in heykeli. Ben Üsküp'ü biraz Bursa'ya benzettim. Teleferikle Vodno Dağı'nın tepesine varınca şöyle bir baktım; tamam Üsküp Bursa'ya benziyor ama betonlaşmamış ve yeşilliğe önem vermişler.
ŞEHİRDE OSMANLI İZLERİ
Gezdikçe daha da duygusallaşıyoruz. Osmanlı buraya 1392'de geliyor. Tam 520 sene kalıyor. 1912 Balkan Savaşı'yla Osmanlı, "Elveda Rumeli, elveda Üsküp" diyor. Osmanlı'dan kalan kültür mirası ise şehrin her yanına yayılmış durumda. Üsküp'te Mustafa Paşa Camii manzarasıyla, han ve hamamlar dokusuyla, yemyeşil Gazipaşa Tepesi bu mirastan dikkati çekenler... Üsküp'e gidip de Türk Çarşısı'nı gezmemek olmaz. Çarşı içinde terzi, ayakkabı, kuyumcu, çayhane, esnaf lokantalarını görmek mümkün. Hatta Üsküp hakkında Evliya Çelebi de 1660-68 yıllarını kaleme alırken bu çarşıyı Bağdat Çarşısı'na benzetmiş. 1689 Osmanlı-Avusturya savaşında Avusturya komutanı Pikoloi, veba hastalığını gerekçe göstererek Üsküp'ü yakıyor. O zaman çarşıda ahşap binalar ağırlıkta olduğu için çarşı tamamen kül oluyor. Ve o tarihte Üsküp'ten İstanbul'a büyük bir göç oluyor. Çarşı'nın içinde; Kurşunlu, Keban, Sulu Han ve iki hamam mevcudiyetini koruyor. En meşhurları da Davut Paşa ve Çifte Hamam... Bugün bu hamamlar sanat galerisi olarak hizmet veriyor.
TATLILARIN KRALI TRİLEÇE
Vardar Nehri'nin kaynağı Kalkandelen'i yerinde gördük. Harika bir manzara, buz gibi kaynak suyu, rengarenk alabalıklar... Kalkandere'deki restoranda tavsiye üzerine siyah alabalık yedik. Gerçekten çok lezzetliydi. Makedonya'nın hemen hemen üçte ikisi dağ ve ormanlardan, üçte biri de ovalardan oluşuyor. Sanayi üretimi sıfıra yakın olmasına rağmen bilhassa Balkanların sebze ve meyve üretim merkezi. Hatta domateslerin tadına doyamadık. Üsküp'ü vejetaryanlar pek ziyaret etmesinler çünkü aç kalabilirler. Yemeklerin tamamı et ağırlıklı. En meşhuru da İnegöl köftesine çok benzeyen Üsküp köftesi... Tabii güveçte kuru fasulyenin de de mutlaka tadına bakmak gerekir. Tatlılara gelince; baklava, kadayıf var ama kaymacina ve trileçe başyapıt...
DOĞANIN CÖMERT DAVRANDIĞI OHRİ
Makedonya'yı ziyaret etmişken ülkenin turizm başkenti Ohri'ye gitmemek olmazdı. Üsküp-Ohri arası 170 km. Yemyeşil vadide dinlendirici bir yolculuktan sonra 50 bin kişinin yaşadığı Ohri'ye varıyoruz. Şehrin çoğunluğu Hıristiyan Makedon... Çarşı'nın ortasında 11 asırlık bir çınar tüm ihtişamıyla bizi karşılıyor. Kral Metedi ve kardeşleri, Ohri'yi Makedonların dini merkezi yapmışlar. Ohri'de en çok dikkatimi çeken Safranbolu'yu andıran evleri oluyor. Ohri Gölü ve bu güzel evler UNESCO tarafından dünya miras listesine alınmış. Osmanlı Ohri'ye 1385'te gelip 1912'de ayrılıyor. Ohri Gölü, Makedonya ve Arnavutluk arasında paylaşılıyor. Ohri'ye yıllık 250 bin turist geliyor. Bu turistlerin büyük çoğunluğu Hollandalı, Sırp ve Bulgarlardan oluşuyor. Son yıllarda Türkler arasında da Balkanlar ve bilhassa Ohri çok moda. Otellerin büyük çoğunluğu göl kıyısında ve çok güzel plajları var. Başka bir yanardağ gölünden suları Ohri Gölü'ne taşıyan Svati Naum kaynakları da ayrı bir güzel. Ohri'den Manastır'a doğru hareket ediyoruz. Manastır'da ilk ziyaret ettiğimiz yer; Mustafa Kemal Atatürk'ün birincilikle bitirdiği askeri okul... Türk Büyükelçiliği tarafından restore edilmiş. Atamızın okul zamanlarını gösteren heykelini görünce eşim Tülin'le gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Manastır'dan Gevgeli'ye giderken yolda Tikveş Kasabası'na da kısa bir ziyaret yaptık. Burası üzüm, bağ deposu ve şarapçılıkta çok ilerlemiş. Gevgeli'de daha çok Türk yörükler yaşıyor.