İş ya da tatil için gittiğim şehirlerde kimi zaman kalbimin kimi zaman da aklımın kaldığı yerler oluyor. O şehre tekrar gitme fırsatı bulduğumda mutlaka favori adreslerime uğramaya özen gösteriyorum. İşte o adreslerden bazıları şöyle...
Paris sosyetesi karşınızda
Paris'e moda haftalarının curcunasında gitmenize hiç gerek yok. Söz konusu dönemlerde şehirdeki birçok mekanda yer bulmak neredeyse imkansız. Yılın diğer günlerinde ziyaret ettiğim şehirdeki Hotel Costes fantastik bir dünyaya girmek isteyenlerin adresi. Otelin kadife kırmızı koltuklarında oturup desenli halılarının üzerinde yürüyen Paris sosyetesini göz ucuyla süzmek büyük keyif. 1991 yılında Costes kardeşlerin tasarımcı Jacqus Garcia'ya yaptırdığı bu otel Paris'in ünlü caddelerinden Rue Saint Honore 39 numarada yer alıyor. Ayrılırken müzik CD'si, mum ve de tütsülerinden satın alabilirsiniz.
Bohem ve cool
Ve son favori destinasyonum, yaz aylarımın olmazsa olmazı Mykonos'tan. Parti ve eğlence adasında vazgeçemediğim adres ise Scorpios. Burası güneşin en güzel battığı yer olarak da biliniyor. Happy hour anlayışına fark katarak biraz etnik kafalara geçiyor ve çevredeki adreslere göre daha bohem daha cool olarak biliniyor. Sabah 11.00'den gece 02.00'ye kadar müzik olan mekanda kalabalıktan kaçıp saklanacağınız köşeler de mevcut. Burada çok iyi Instagram kareleri de çıkıyor benden söylemesi.
Anadolu mutfağına yeni yorum
Gelelim kış aylarında içim ısınsın diye gittiğim adresim Dubai'ye. Buradaki favori adresim ise Rüya. Londra'daki şubesi de son günlerde en çok konuşulan mekanlar arasında. Yeme içme sektörüne birçok mekan kazandıran Umut Özkanca imzalı Rüya, Anadolu mutfağının dünyada bilinen tanımını tamamen değiştirmek amacıyla kurulmuş. Ben de her seferinde gururlanmak için Rüya'ya gidiyorum.
Yeni arkadaşlıklar için
New York, ilk ve son bahar aylarında gittiğim özgürlükler şehri. Soho ve Meatpacking ise sokaklarında dolanmayı sevdiğim yerler. Meatpacking'de en çok kapısını aşındırdığım adres ise Soho House. Her katı ayrı bir curcuna. Dizüstü bilgisayarında çalışan yaratıcı sektör insanları, giyimine hayran kalacağınız sosyal medya kahramanları... Özellikle solo seyahatlerinizde burada yeni insanlar tanıyabilirsiniz.
Girmesi de zor çıkması da
Londra, kendini yenileme hızına hayran bırakan ama geleneksel tavrından da ödün vermeyen metropollerin başında geliyor benim için. Şehirde kısa sürede klasikleşen mekanların başında da Chiltern Firehouse var. Dünyaca ünlü birçok otele imzasını atan Andre Balazs'ın isminden de anlaşıldığı gibi bir itfaiye binasını yenileyerek tasarladığı otelde kalmanın bedeli dudak uçuklatan cinsten. En azından barında kokteyl içerek kendinizi ödüllendirebilirsiniz. Benim favori adreslerimin başında gelen Chiltern'in restoranında güzel bir akşam yemeği yemek de mümkün ancak gece yarısı kulübe dönüşen oval barında eğlenceye dahil olmak oldukça zor. Üyelikli kulüpleri aratmayan sıkı bir kapısı ve yüz vermeyen bir personeli var.