Neresi olduğunu bilmediğiniz bir manzaranın izini sürdünüz mü hiç? Ben sürdüm. Derin bir uçurumdan denize kavuşan küçük bir şelaleydi benim hayal manzaram. Orada olduğum hayalini kurmaya başladığımda dünyanın hangi noktasında yer aldığını bile bilmiyordum. Okyanus kıyısında olduğunu tahmin edebiliyordum sadece... Rüyalarıma giren yerin Amerika'da olduğunu öğrendiğim gün planlamaya başladım seyahati... Los Angeles ve San Francisco'yu birbirine bağlayan, Pasifik Okyanusu kıyısından devam eden yol üzerindeydi hedefim: adı Big Sur'du... Amerika'nın en ünlü yolunun tam orta noktasındaydı. Aylarca, Route 1 olarak bilinen, Amerika'ya giden herkesin kat etmek istediği rotayı yapma hayaliyle yaşadım. Bu seyahati yapanların yazılarını okudum, YouTube videolarını izledim. Adım adım her noktayı planladım. Nerede duracağız, hangi noktada yemek yiyeceğiz, en iyi fotoğraf nereden çekiliyor?.. Hani derler ya, "Gideceğin yer değil, yoldur önemli olan." İşte tam anlamıyla bunu hayata geçirebilmek için planımı iyi yaptım. Amerika'nın her köşesi, çok farklı ve başka bir dünya sunuyor. Geniş ve uzun yollar, devasa yapılar, sonu yokmuş hissi veren okyanus... Tüm bunlar alıştığımızın tam tersi. Biz İstanbul'da dar sokakları romantik buluyoruz, renk ve tarihle iç içe yaşamayı seviyoruz. İşte bu yüzden Amerika başka bir gezegen gibi geliyor bana çoğu zaman. Oraya seyahat etmeyi çok seviyorum ama eve dönüşleri de iple çekiyorum. Gelelim dört çocuk ve altı yetişkinle çıktığımız Amerika seyahatinin en özel iki gününe... San Francisco ve Los Angeles olarak ikiye ayırdığımız 12 günlük tatilin tam ortasını Route 1'a ayırdık. Dediğim gibi ekip 10 kişi olunca en önemli konu araç oldu. Neyse ki Amerika'da büyük gruplar için son derece konforlu seçenekler var. Yollar o kadar geniş ki, İstanbul'da otomobil kullanan biri, dışardan bakınca devasa görünen araçlarla çok rahat idare edebiliyor.
San Francisco'dan sabahın erken saatlerinde yola çıktık. Hedefimiz kahvaltımızı yapmayı planladığımız Santa Cruz'du. Kahvaltı detaylarını anlattıktan sonra yola dair bilgilere geçeceğim ama önce karnımızı doyuralım. İskelenin üstünde tipik bir Amerikan restoranında alıyoruz soluğu... Tam anlamıyla bir Amerikan filminin içindeyiz. Kahvaltılarımız da içinde olduğumuz filme yakışır gibi lezzetli. Kahvelerimizi içip, Santa Cruz iskelesinde küçük bir tur atıyoruz. Devasa iskelenin ayaklarında keyif çatan deniz fillerinin sesiyle neşemiz artıyor. Yolumuz uzun ama yolda yaşayacaklarımız heyecanlandırıcı. Santa Cruz'dan çıkıp Monterey'e doğru Pasifik kıyısından yol almaya devam ediyoruz. Solumuzda tepeleri süsleyen evler, İspanyol konakları, meşe ve keskin kokulu çam ağaçları, sağda ise sonsuzluk hissi veren okyanus... Devasa dalgalar kayalara ve sahile vururken yol alıyoruz. Dalgaların sesiyle birlikte güzel bir müzik eşlik ediyor yolculuğumuza... Hoş, müzik olsun olmasın, bu yol üstünde sürüş yapmak hayallere dalmak için yeterli.
MARILYN MONROE'YA SELAM
Sahil boyunca çoğu zaman cep telefonu bağlantısı kesiliyor. Gece yolculuğu yapacaklar için ürkütücü olduğunu söylemeliyim. Neyse ki biz bu yolun keyfini gündüz sürüyoruz. Watsonville'deki çilek tarlalarını geçtikten sonra, enginarlarıyla ünlü Castroville'de Marilyn Monroe için gökyüzüne bir selam göndermeyi ihmal etmiyoruz. Hatırlayın, Monroe henüz dünya çapında bir üne kavuşmadan önce 1948 yılında Castroville'de Enginar Kraliçesi seçilmişti ve kaderi değişmişti... Route 1 için dünyadaki kara ve denizin en güzel buluşma noktası deniyor. Bu söze katılmadan edemiyoruz. Birçok manzara bu yolla yarışır ama bu kadar uzun süre aynı manzarayı hiçbiri sunamaz. Belki de o yüzden özel bu yol. Otoyoldan sıkılırsanız, yol üstündeki Salinas isimli kasabaya uğrayın. Biz gitmedik ama John Steinbeck hayranlarının kesinlikle uğraması gereken bir yer. Çünkü Burası Steinbeck'in bir dönem yaşadığı, eserlerini yazdığı yer. Kasabada ünlü yazar adına bir ulusal merkez, halka açık ev ve meraklıları için Steinbeck turları var.
HER YERDE LÜKS ARAÇLAR
Biz Monterey'deki San Carlos plajına kadar arabadan hiç inmiyoruz. Ama bu plajda mola vermeden edemiyoruz. Bembeyaz bir kumsal, dev martılar, insanın içini ısıtan bir güneş... Biraz keyfini sürdükten sonra yola devam. Monterey'de yarımadayı dolaşmadan yola devam etme seçeneği var ama kesinlikle önermiyorum. Monterey Yarımadası'nı dolaşmak belki size bir saat kaybettirir ama gördükleriniz ömür boyu sizinle... Buraya giriş ücretli. Çünkü ilham verici atmosferi nedeniyle ressamların, yazarların, oyuncuların müthiş evlerinin yer aldığı, golf sahalarının olduğu, Kaliforniya'nın en zengin kesiminin yaşamını gözlemleyebileceğiniz bir yer. Monterey devasa sualtı kanyonları, dünyanın en iyi sörfçülerini riske sokacak dalgalarıyla meşhur... Soluklandıktan sonra hedefimiz Carmel. Adı gibi güzel bir yer burası... Tam bir masal kasabası... Şansımıza Carmel'de eski arabalar festivaline denk geliyoruz, her sokaktan yıllar öncesinin lüks araçları çıkıyor. Bu kadar güzel arabayı bir arada görmek için buraya dünyanın dört bir yanından gelen insanlar var. Biz tesadüfen oradayız. Demek ki şanslı günümüz! Küçük kafelerin, dükkanların olduğu sokaklarında dolaşıp kasabanın akışına kapılıyoruz. İstanbul isimli butik bir halı dükkanı görmek memleketimizin burnumuzda tütmesine neden oluyor. Carmel'de hem arabaların, hem festivalin, hem de güzel bir yemeğin keyfini sürdükten, birkaç saat mola verdikten sonra yola devam ediyoruz. Tüm ekibi benimle birlikte sürüklediğim hayal manzaramı görmeye geliyor sıra... Big Sur'a doğru yol alıyoruz.
WELLES'İN EVİ RESTORAN OLMUŞ
Big Sur tek bir noktaya verilen bir isim değil. Haritada baktığınızda bu nedenle bulamayabilirsiniz. Ama Big Sur boyunca, manzarayla bütünleşen köprüler, doğal güzellikler, oteller sizi büyüleyecek. Buranın muazzam güzelliği ve bohem ruhu o dönemdeki eşi Rita Hayworth'la birlikte olan Orson Welles'in dikkatini çekmiş. Ve Big Sur bölgesinde bir ev satın almış. O ev şimdilerde Nepenthe Restoran olarak hizmet veriyor. Soluklanmak, manzarının keyfini çıkarmak için çok iyi bir lokasyon. Bir kahve eşliğinde, Kaliforniya'da oluşunuzu kutlayabilirsiniz.
HAYALLER GERÇEK OLDU
Big Sur'da McWay Şelaleri'ne ulaştığımızda ben hayalime kavuşuyorum. Dağın içinden çıkan su Pasifik okyanusuna dökülüyor. İnsanlar dakikalarca bunu izlemek için patika yollar aşıyor. Beni de buralara kadar sürükleyen manzara işte bu! Bölgede Post Ranch Inn isimli bir SPA otelden söz etmeden geçemeyeceğim. Dağa kurulmuş, manzaraya hakim harika bir yer. Sırada Bixby Bridge var. Nicole Kidman'ın rol aldığı Big Little Lies adlı mini diziyi izleyenler için bu köprü tanıdık. Dizi boyunca bu köprüden kaç kez geçildi ben bile unuttum. Siz de köprüden geçerken, camı aralayıp nefis okyanus kokusunu içinize çekin. Big Sur'un adım adım tadını çıkardıktan sonra biraz da iç burukluğuyla "Bir dahaki sefere" diyerek yola devam ediyoruz. Bundan sonrasında durmak size kalmış çünkü en güzel noktaları neredeyse tamamladık. Biz gün batımı yaklaştığı için, bir gece konaklayacağımız otelimize yerleşmeden önce soluklanacağımız ve güneşi okyanusa yolcu edeceğimiz bir yer arıyoruz. Bulduğumuz yer ekipteki çocuklar için en güzel anılardan birini oluşturdu. Okyanus boyunca sık sık karşılaştığımız ağırlıkları 2.5 tona çıkabilen deniz fillerinin onlarcasını bir arada görmek ve güneşi batırmak müthiş bir final oldu. Otelimize doğru yola çıktığımızda Kaliforniya'nın en güzel rotasını neredeyse tamamlamanın huzuru içindeydik. Otelimiz Cavalier Oceanfront Resort beklentimizin çok üstünde çıktı ve bu günün ikinci sürprizi oldu. Kumsaldaki şöminenin başına yerleşip, gün boyunca gözlerimize bayram ettiren yerler hakkında konuşmak paha biçilmezdi.