Kapadokya için hiçbir plan yapmadan, kaç gün kalacağımı dahi hesaplamadan yola çıkıyorum. Akşam saat 09.30 civarı otelimin bulunduğu Göreme'ye varıyor, sabah gün doğarken tuhaf bir sesle uyanıyorum. Herhalde fırtına çıktı diye düşünürken penceremin hemen önündeki kocaman balonu görünce gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Terasa fırlayarak etrafımı saran onlarca balonla birlikte sanki ben de havalara uçuyorum. Kapadokya'daki iki günlük maceram işte bu balon görüntüleriyle başlıyor. Kapadokya'ya gittiğinizde sizi birçok farklı aktivite bekliyor. Dilerseniz turla, dilerseniz benim gibi tek başına gidebilirsiniz. Eğer grup olarak gittiyseniz araç kiralamanız mantıklı olabilir. Tek başınaysanız bölgedeki onlarca acentanın sattığı turlardan satın alabilirsiniz. Kapadokya'nın farklı bölgelerini kapsayan dört tur paketi bulunuyor. İlk günüm için Freezone Seyahat Acentası'ndan en popüler olan Kırmızı Tur'dan satın alıyorum. Fiyatı 28 euro. Turuma ilk olarak Göreme Açık Hava Müzesi'nden başlıyorum. Hemen bu araya çok önemli bir not: Kapadokya bölgesindeki müzelerin giriş ücretleri 20-30 TL arasında değişiyor. Eğer 50 TL'ye Turizm Bakanlığı'nın Müzekart'ını alırsanız sadece Kapadokya'daki değil Türkiye'nin tamamındaki müzelere bir yıl boyunca ücretsiz girebiliyorsunuz. Kartı, Göreme Açık Hava Müzesi kapısından edinebilirsiniz. Göreme Açık Hava Müzesi, Kapadokya coğrafyasına giriş aşaması diyebiliriz. UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki müze, binlerce yıl önce Hıristiyan rahipler tarafından çok uzun süre bilim ve ilim merkezi olarak kabul edilmiş. Kocaman bir manastır diyebileceğimiz müzenin içinde dokuz tane kilise ve şapel bulunuyor. Ayrıca rahiplerin yemekhaneleri, erzak depoları ve binlerce yıl öncesinden kalan iskeletlerin sergilendiği mezarlar bulunuyor. Müzede yaklaşık bir saat geçirdikten sonra 5-6 kilometre uzaklıktaki Uçhisar Kalesi'ne doğru yola çıkıyoruz. Uçhisar Köyü'ndeki kale neredeyse tüm Kapadokya'yı seyredebildiğiniz bir nokta. Göreme'nin kuzeyindeki bir başka köy olan Çavuşin'e giderken, milyonlarca yıl boyunca defalarca patlayan Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ yanardağlarının püskürttüğü lavların oluşturduğu peri bacaları, tuhaf kaya yapıları, küllü toprak ve gri, soluk ama bir o kadar büyüleyici bir coğrafyanın içinden geçiyoruz. Kayaların içlerine oyulan evler karşımıza çıkıyor. Bölgenin yerlisi olan rehberim Ahmet Çınar, kısa süre öncesine kadar bölge halkının bir kısmının hâlâ bu evlerde yaşadığını, hatta kendisinin böyle bir evde büyüdüğünü söylüyor. Ben "Nasıl yani?" deyince o hayatı yakından görebilmem için halası ve eniştesinin eskiden evi olan şimdilerde kafeye dönüşen Tipik Türk Evi'ne götürüyor. Neredeyse 90'lı yılların başına kadar içinde günlük ev hayatının devam ettiği mağara, dünyanın en önemli gazetelerine haber olmuş. Hava sıcak mı sıcak ancak içeride tatlı bir serinlik var. Kışın da sıcacık oluyormuş.
EN ETKİLEYİCİ YER ÇAVUŞİN
Kapadokya'da seni en çok etkileyen yer neresi oldu diye sorarsanız sanırım yanıtım, geçmişi M.S. 56 yılına kadar dayanan Çavuşin Köyü olur. Avanos ilçesine bağlı bu köy, dev gibi bir kaya kütlesinin içine oyulmuş evler ve bir kiliseden oluşuyor. Roma'nın baskısından kaçan Hıristiyan rahipler kayaların içlerini oyarak kendi sığınaklarını yapmışlar ve yüzlerce yıl bu mağaralarda inzivaya çekilmişler. Köye ulaştığımda bugünkü yerleşim yerinden kayanın zirvesine doğru tırmanmaya başlıyorum. Tırmandıkça her katta eskiden ev, depo, inziva odası olarak kullanılan yeni bir mağaraya ve en sonunda zirvedeki kiliseye ulaşıyorum. Mağaraların içinde kaybolup kendimi milyonlarca yıl öncesinin hayatının akışına bırakıyorum. Çavuşin'den çıkıp Paşabağı'na giderken etraf git gide çoraklaşıyor, renkler soluyor. Farklı şekillerdeki tuhaf kaya yapıları kimi yerlerde bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi... Kısa süre sonra Zelve yakınlarındaki Paşabağı'na ulaşıyoruz. Bembeyaz pürüzsüz peri bacaları, mağaralar, oyuklarla bezeli Paşabağı da. Son durağımız Devrent Vadisi. Bu vadinin birkaç adı var. Vadi, Güllüdere, Rose Valley ya da Hayal Vadisi olarak da adlandırılıyor. Gün batımında pembeye bürünen kayaların ilginç şekilleri sebebiyle vadiye bu isimler verilmiş. Kayalar siz neyi hayal ederseniz ona dönüşüyor. İlk günün sonunda yorgun argın yemeğimi yedikten hemen sonra odama çekilmeyi planlarken kendimi dolunayın güzelliğine kaptırıp Göreme'nin arka sokaklarını tırmanırken buluyorum. Sessiz, sakin ve son derece güvenli sokaklarda bu büyülü dünyanın tadını çıkarıyorum. Ertesi sabah güne yine balonlarla başlıyorum ama bu kez gün doğmadan. Balon turları dünyanın çok az bölgesinde rastlayacağınız bir aktivite. Bunlardan biri de Kapadokya. Bölgede her gün yaz ve bahar aylarında sabaha karşı, kışın ise gün içinde onlarca balon, Kapadokya'yı kuş bakışı seyretmek isteyenleri gökyüzüne taşıyor. Yoğun sezon olan bahar aylarında havalanan balon sayısı 150'ye ulaşıyor. Kişi başı 180 euro olan bu tura katılanlar sabah 05.00'te otellerinden alınıyor ve balonların havalandığı bölgeye getiriliyor. Yaklaşık bir saat havada kalarak gün doğumunu seyrediyorlar. Eğer siz de Kapadokya'ya gittiğinizde -özelikle yoğun sezonda- balon turu yapmak isterseniz önceden rezervasyon yaptırmanız tavsiye ediliyor. Bir de küçük tüyo: Sezonun düşük olduğu kış aylarında balon turu fiyatları bir hayli düşüyor.
IHLARA VADİSİ'NE DOĞRU
İkinci gün için satın aldığım 33 euro'luk Yeşil Tur'un (Green Tour) rotası biraz daha farklı. Bu kez daha uzaklara gideceğiz. İlk durak Derinkuyu Yeraltı Şehri. Denilene göre Kapadokya'da tam 36 tane yeraltı şehri var. Bunlar sadece şimdiye kadar bulunanlar. Rehberimden Nevşehir merkezde çok kısa süre önce yeni bir yeraltı şehrinin daha ortaya çıktığını öğreniyorum. Yedi katlı Derinkuyu Yeraltı Şehri ise bölgedekilerin en büyüğü. İçerisinde manastır, ahır, oturma odaları, mutfak, mezarlıklar, sığınaklar, erzak depoları, kısacası ne ararsanız var. Burayı gezmek itiraf edeyim biraz ürkütücü. Kimi zaman iki büklüm bir halde yerin gittikçe dibine doğru iniyorsunuz. Bazı yerler o kadar dar ki oturmanız dahi mümkün değil. Dolayısıyla astımı, nefes darlığı, klostrofobisi olan ve hatta biraz irice kişilerin burayı gezmek için bir kez daha düşünmesi gerekiyor. Derinkuyu'dan sonra Ihlara Vadisi'ne gitmek üzere Aksaray'a doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık bir saat süren yolumuz boyunca coğrafya değişiyor, Kapadokya'nın volkanik yapısı yerini Anadolu'nun sarı bozkırına bırakıyor. Melendiz Çayı'nın binlerce yıl boyunca oyarak oluşturduğu Ihlara Vadisi'nin derinliği 120 metre, uzunluğu ise 14 kilometre. Ihlara Köyü'nden başlayıp Selime Köyü'nde sona eren vadinin tümünü yürümek mümkün. Ancak ben vaktim az olduğundan herkesin yaptığı gibi Ihlara'dan girip Belisırma Köyü'nden çıkarak vadinin içinde yaklaşık 6 kilometre yürüyorum. Metrelerce yükseklikte kayaların içindeki mağaralar ve etrafınızdaki yemyeşil ormanın içinde huzurla akan Melendiz Çayı'yla o kadar huzurlu bir yer ki burası insan yukarı çıkıp dış dünyayla yüzleşmek istemiyor. Burada tavsiyem, vaktiniz varsa terk edilmiş tarihi evlerin bulunduğu Ihlara, Belisırma ve Selime köylerine de mutlaka zaman ayırmanız. Kapadokya gezimin son durağı Selime Manastırı. Kayalara oyulmuş manastırın, bölgenin en büyüğü olduğu belirtiliyor. Selime Manastırı'nın hemen karşısında bölgeye adını veren Selime Sultan Türbesi'nin de bulunduğunu belirtelim. Kapadokya'daki iki günüm dolu dolu geçiyor. Ancak bana göre Kapadokya'da daha görülecek o kadar çok yer var ki hepsini doya doya yaşayabilmek için en az bir hafta daha gerekiyor.