Paris için başlıklar genelde romantizm şehri ya da aşıklar şehri olarak atılır. Şehir, Eyfel Kulesi'ndeki evlilik teklifleriyle, Champ Elysees Caddesi'nde el ele yürüyen aşıklarıyla bu yakıştırmalara ne kadar yakıştığını ispatlıyor size. Benim için durum biraz daha farklı. Paris'e ilk seyahatim iş sebebiyle olduğundan benim için bu kent toplantıları çağrıştıracak. Gelmişken Zafer Takı'nı (Arch De Triomphe) görmeden, Champ Elysees'de yürümeden dönmek olmaz diye toplantıların ve fabrika seyahatinin arasında gezmeye de fırsat yarattık tabi. Çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi Paris de düzenli bir yapıya sahip, tarihi değerlerini koruyan binalarını izlerken kaç kilometre yürüdüğünüzü anlamıyorsunuz bile. Champ Elysees'de yürümek insana enerji veriyor. En ünlü markaların gösterişli vitrinleri, sevimli butikleri ve iştah açan pastaneleri arasında dolaşırken zaman çok hızlı akıyor. Caddenin sonunda ise sizi bütün ihtişamıyla Zafer Takı (Arch De Triomphe) karşılıyor. Charles de Gaulle Meydanı'nın ortasında yer alan yapı Eyfel Kulesi ile birlikte kentin temel taşlarından. Eyfel Kulesi'ni ziyaretimiz vakit darlığından kısa sürüyor. En üst katına çıkmak için uzun sıralar beklememiz gerektiğini öğrenince önünde fotoğraf çektirip bulunduğu meydanı dolaştıktan sonra turistik görevimizi tamamlamış olarak ayrılıyoruz yanından. Ancak Eyfel'in çevresinin mevsim, saat fark etmeksizin kalabalık olduğunu öğreniyoruz. Özellikle geceleri şehrin çoğu yerinden görünen ışıltısı Paris'i Paris yapıyor adeta. Yedik içtik, alışveriş yaptık biraz da müzeleri gezelim derseniz her yaştan insana hitap eden Palais Decouverte (Bilim ve Keşifler Müzesi) en uygun yer. İçeri girdiğinizde sizi büyük bir salon karşılıyor. İlgi alanlarınıza göre bilet alıp o bölüme yönelebiliyorsunuz.
BULMACALARLA MÜZE KEŞFİ
Matematik, fizik, astronomi, kimya, jeoloji ve biyoloji gibi dallara ayrılıyor müze. Biz, kuduz aşısını bulan Fransız Louis Pasteur'un hayatını ve çalışmalarını anlatan alanı gezmeyi tercih ettik. İnteraktif denilebilecek müzede Pasteur'un aşı ile ilgili çalışmalarını çeşitli bulmaca ve oyunlarla öğreniyorsunuz. Çalışmaların altında İngilizce açıklamaların olmaması en büyük eksisi ancak çeşitli puzzlelar ve oyunlar sizi bilimin içine çekmeyi başarıyor. Paris sanatın ve tarihin şehri ancak mutfağının da geri kalır yanı yok. Kahveleri, renkli makaronları, peynirleri ve Michelin yıldızlı restoranlarıyla gurme turizminin de ana noktalarından. Gezide akşam yemeği için gitme fırsatı bulduğumuz La Tour d'Argent ise Notre Dame Katedrali manzaralı üç yıldızlı Michelin restoranlarından biri. İçeri girdiğiniz andan itibaren yemek sonuna kadar özen ve zerafeti hissedebiliyorsunuz.
Küçük bir Orta Çağ kenti
Toplantılarımız sebebiyle Fransa'daki ikinci durağımız Rouen oluyor. Burası Fransa'nın kuzey batısında yer alan, Normandiya bölgesine bağlı sessiz sakin kendi halinde bir şehir. Paris'ten araba yolculuğu ile yaklaşık iki saatte ulaşabiliyorsunuz. Akşam 19.00'dan sonra tüm mağazalar kapalı, şehre sessizlik çöküyor ancak meydanlarındaki restoranları nüfusun azlığına oranla epey canlı. Hafta içi olmasına rağmen restoranlardan gelen çatal bıçak ve keyifli sohbet sesleri ıssız sokakları dolduruyor. Siz de civardan gelen sokak müzisyenlerinin melodileri eşliğinde açık havada yemeğinizi keyifle yiyorsunuz. Rouen tam anlamıyla bir orta çağ kenti. Sokaklar ve evler Amsterdam'ı çağrıştırıyor insana. Her biri ayrı özenle yapılmış yapılar ve atmosfer insanı hayallere sürüklüyor. Bu küçük şehirde görkemli bir katedral de bulunuyor. İlk görüşte İtalya'daki Duomo di Milano Katedrali'ne benzettiğim Notre Dame de Rouen Katedrali'ni ziyaret saatlerini kaçırdığımız için gezmeye fırsat bulamadık.