Günlerden perşembe, gazetede yoğun bir gün. Telefonum çalıyor. Arayan çocukluk arkadaşım Tolga. Önce hal hatır soruyor, sonra esas arama amacını açıklıyor. Beni, köyüne davet ediyor. Rize'nin Işıklı köyüne... Uzun zamandır kafamdaki Karadeniz merakımı gidermek için bundan daha iyi bir fırsat olamaz. Haftasonu yola koyuluyorum. Rize Havaalanı'nda çalışmalar devam ettiği için önce uçakla Trabzon'a uçuyorum. Oradan da otobüsle Rize'ye ulaşıyorum. Filmlere konu olan, adına türküler yakılan yerdeyim. Yaylaları, yemyeşil ormanları ve lezzetleri yemekleri ile Rize beni bekliyor.
ÇAY TOPLADIM HORON VURDUM
Şansıma ilk gün çay toplama zamanına denk geldim. Çay daha önce Türkiye'de birçok yere ekilmiş fakat istenen verim alınamamış. Rize'nin dünyaya armağanı... Her yerde çay tarlası, her tarlada çay toplama telaşı. Sabah 06.00'dan akşam 17.00'ye kadar toplanan çaylar günün sonunda satılıyor. Satılan çay fabrikalarda işlenip soframızda içilecek hale geliyor. Çay toplama deneyimim çok uzun sürmedi. Görüldüğü kadar kolay bir iş değil. Yılda üç-dört kez toplanıyor. Ustalık istiyor. Benim bir saatte topladığım çayı, yarıcılar 10 dakikada topluyor. Hava karardıktan sonra ne yapalım diye düşünürken aklımıza Şampiyonlar Ligi final maçını izlemek geldi. Işıklı'dan Ardeşen'e geçtik. Amacımız bir kafede oturup hem çaykahve içmek hem de maçı izlemekti. Çok kafe vardı ama hiçbirinde televizyon yoktu ve maç da çoktan başlamıştı. Gelmişken oturup soluklanalım diye konuşurken sahilde insanların toplandığını gördük. Önce 10-15 kişiydiler, kısa sürede daha da kalabalıklaşıp çember oluşturdular. Ardından tulum sesi gelmeyi başladı. Kafe birden ayaklandı, herkes sese doğru gidiyordu. Sokaktaki insanlar da yolunu değiştirip çembere doğru yürümeye başladı. Ve kendimi tulum eşliğinde horon vururken buldum. Tulumun sesi gerçekten de Karadeniz insanının bam teline dokunuyor ve hipnotize edip kendine çekiyor. Ertesi gün sabah erkenden, Rize'de ayak basmadık yer bırakmayaya kararlı bir şekilde uyandım. Rize'de gezmek için araba ve yöreyi bilen biri şart. Araba derken düşük motorlu ve yere yakın araçları tercih etmenizi tavsiye etmem. Yollar virajlı ve yüksek yerlere çıkıldığı için sorun yaşamamak için yüksek motorlu araçlara ihtiyaç var. Yol engebeli ve sağ tarafınız uçurum. Çoğu kişinin yaylalara çıkarken yolun yarısından geri döndüğüne şahit oldum. Rehber olarak Tamzara Tur'dan Bekir Görmüş bizlere eşlik etti.
KARŞIMIZDA KAÇKARLAR
İlk olarak Pokut Yaylası'na çıktık. Pokut (Rüzgarlı Vadi) adı Ermenice'den geliyor. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinde ve 2050 metre yükseklikte. Yaylada yaklaşık 80 ahşap ev var. Halk, yapıları ellerinden geldiğince koruyor. Yaylaya çıkar çıkmaz oksijeni içimde hissettim. Resmen burnum yandı. Kısa bir yürüyüşün sonunda Plato'da Mola'nın terasına geldik. Karşımızdaki Kaçkar Dağları'nın zirvesindeki kar karşıladı bizi. Şimdiye kadar gördüğüm en iyi manzaraydı. O kadar yüksekteydik ki neredeyse bulutlara dokunacaktık. Bir yanda eşsiz manzara, diğer yanda hafızadan kolay kolay silinmeyecek güzellikteki kuş sesleri. Rüya gibi bir yer. Kimse konuşmuyor, sadece bakıyor ve duyuyorduk. Bir sonraki durağımız Sal Yaylası ile Pokut arası yaklaşık 15 dakika sürüyor. Pokut'a kadar gelip burayı görmeden dönmeyin. Sal Yaylası'nın nüfusu daha düşük, ev sayısı da daha az. Evlerin hepsinde yaşanmıyor. Manzarası Pokut kadar güzel olmasa da görülmeye değer. İkinci gün gördüğüm yerlerden biri de Zil Kale oldu. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan ve 600 yıllık geçmişe sahip olan Zil Kale, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken bir yer. Giriş 3 TL. Kaleye tırmandığınızda Fırtına Deresi'ni ve ona eşlik eden yeşilin her tonuna sahip ağaçları görüyorsunuz. Zil Kale, sekiz burç, gözetleme kulesi, dış, orta ve iç surlardan oluşuyor. Osmanlı İmparatorluğu bölgeyi fethettikten sonra burayı askeri amaçla kullanmaya başlamış. Rize'nin en yüksek akıma sahip şelalesi ise Palovit. Zil Kale'den araba ile 15 dakika sürüyor. Şelaleden akan suya uzun uzun bakınca içinde kayboluyormuş gibi hissediyorsunuz. Mükemmel bir his. Palovit Şelalesi, Kaçkar Dağları Milli Parkı'nın içinde bulunuyor. Şelaleden akan suya 10-15 metre yaklaştığınızda hem üşüyor, hem de ıslanıyorsunuz.
ÖDÜNÇ AYAKKABI İLE BATUM
Rize'deki üçüncü günümde rotamızı Gürcistan'ın popüler şehri Batum olarak belirliyoruz. Işıklı Köyü'nden Sarp Sınır Kapısı iki saat sürüyor. Yolculuk için iki seçeneğimiz vardı. Birincisi otobüs, ikincisi otostop çekmek. 15 dakika otobüs bekledikten sonra otostop çekmeye karar veriyoruz. Önümüzde bir tır duruyor. Tıra binmeden önce ayakkabılarımızı çıkarıyor ve tırın kapısına yerleştiriyoruz. Tırın şoförü Hakan, Tiflis'e portakal götürdüğünü anlatıyor. Sohbet koyulaşınca zaman da hızlı geçiyor. Sınıra geldiğimizde tırdan inerken bir sürprizle karşılaşıyoruz. Arkadaşım Tolga'nın ayakkabısının teki yok. Yolda düşmüş. "Ne yapacağız?" diye düşünürken Hakan, "Alın, ben de bir çift temiz ayakkabı var" diyor. İnanamıyorum! Ayakkabı sorununu hallettikten sonra sıra sınırdan geçmeye geliyor. Yeni kimlik veya pasaport ile kolayca sınırdan geçiyorsunuz. Sınırın öbür ucunda taksiler karşılıyor bizi. Mizar adında Türkçe bilen bir taksici ile şehri gezmeye başlıyoruz. Batum mimarisi ile dikkat çeken bir şehir. İlginç binalara rastlıyorsunuz gezerken. Ters dönmüş gibi duran restoran gibi... En işlek caddelerinden biri Avrupa Meydanı. Birbirinden güzel restoranlar ve kafelere ev sahipliği yapıyor. Günübirlik gidip keyifli zaman geçirebilirsiniz.