Senelerdir adını duyduğum, sosyal medyadan takip ettiğim Alaçatı'nın meşhur ot festivali ile yollarımız nihayet kesişti. Bizim buluşmamız festivalin dokuzuncu yılına denk gelmiş meğer. Gitmeden önce "Nedir bu ot festivali?" demiş ve araştırmalarımı yapmıştım. Herkesin hemfikir olduğu tek konu vardı: Mahşeri kalabalık. Kafamda oluşan "Ne kadar kalabalık olabilir ki?" düşüncesiyle otele vardık. Alaçatı, kumsalı, limanları, taş evleri ve sert rüzgarıyla İzmir'in adeta incisi. Masmavi deniziyle rüzgar sörfü tutkunlarının neredeyse evi haline gelmiş. İzmir'e inip Alaçatı'ya geçiş sürecimizde yol kenarlarını palmiyelerin süslediği şehirleri görmeyi ne kadar özlediğimi hatırladım. Bana sıcacık yaz günlerini anımsatan bu kısa seyahat tam bir sezon açılışı olacaktı. Otele giriş ve kısa bir dinlenme faslından sonra attık kendimizi Alaçatı sokaklarına, ot pazarına. Yazın gelişini ilk olarak pazarda gördüğüm yeşilin binbir çeşit tonundan anladım. Sapsarı limonlar, yeni çıkan ekşi erikler, yan yana sıralanmış taze çilekler deyim yerindeyse tam bir görsel şölen sunuyordu.
HEM GÖZE HEM MİDEYE
Festivalin bu seneki teması kuşkonmazdı. Hemen her tezgahta karşımıza çıktı. Ege'nin yerlisi için bu festival hem tanıtım hem de gelir kaynağı. Evlerinde enginar dolması pişiren, yaprak saran yerel halk pazarda tezgahlarını açmıştı bile. Sadece bununla sınırlı da değil, gezerken acıkanlar pazarda ev yapımı gözleme de bulabildi, kısır da. İlk günü karnım doymuş ancak gözüm doymamış şekilde, ertesi gün alacaklarımın listesini planlayarak tamamladım.
EGE'NİN KENDİNE HAS LEZZETLERİ
Festivalin ikinci günü cumartesiye denk geliyordu. Daha otelde kahvaltı ederken festival alanının çok kalabalık olacağı söylentileri etrafta dolaşmaya başlamıştı. Kaldığımız otelle festival alanının arası 15 dakika sürüyordu ancak henüz yoldayken insan seli yollara akmıştı. İstanbul'dan, Ankara'dan, Bursa'dan gelen tur otobüsleri ile karşılaştık. Cumartesi günü İzmir ve çevresindeki çalışan kesimin de gelmesi ile beraber alana girmek neredeyse imkansız hale geldi. Tezgahlara ulaşmak için uzun bir insan trafiğinin içinde kaldık. İstanbul'a eli boş dönmemek ve taze yeşillik götürme amacıyla tezgahların başındaki kuyruklara girdik. Tezgahlarda sizi bekleyen turp otu, kuzukulağı, ısırgan, çağla, taze sarımsak bu kalabalığa değiyor. Kısaca ot festivali Ege'nin tüm lezzetlerinin hakkını veriyor.
ALAÇATI'NIN RENKLİ KAPILARI
Alaçatı'yı sevmemin en büyük sebeplerinden biri taş evleri ve sokaklardaki tarihi doku. Gezerken kafanızı nereye çevirseniz önünüze masmavi bir kapı, kapı önüne dizilmiş sandalyeler ve rengarenk dekore edilmiş masalar çıkıyor. Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş dar sokaklar ve tek katlı taş evler de bu renk cümbüşüne eşlik ediyor.
ZENCEFİLLİ SARMA DENEMEDEN OLMAZ
Biz Premier Solto Hotel by Corendon'da kaldık. Otelin sezon açılışı için gerçekleştirilen davette Nihat Odabaşı ve Zeynep Bastık özel bir performans sergiledi. Konakladığımız tarihler boyunca festivalin bu seneki teması olan kuşkonmazı otelin şefi Eyüp Kemal Sevinç'in yenilikçi yorumuyla deneme şansına sahip oldum. Ege mezeleri ile hazırlanan patlıcan söğürme, yanık yoğurtlu bakla, zencefilli yaprak sarma gibi başlangıçlar ise favorimdi.
YEMEK ZAMANI
Alaçatı'ya gelip şifalı otlar satın aldınız, farklı Ege tatlarını denediniz ancak yemek kültürü bununla sınırlı değil. Eve dönerken yanınızda damla sakızlı kurabiye ve sakızlı muhallebi götürmeyi ihmal etmeyin. Ayrıca dolaşırken meşhur kızarmış Alaçatı dondurmasını da tatmanızı öneririm.