Uzun uzun kabanıma baktım, askıya asıp kış başında kaldırdığım yazlıklara yöneldim. Tişörtlerle, yazlık elbiselerle doldurdum bavulu... Ocak ayı sonu, şubat ayının başıydı. İstikamet Küba, sıcak memleket. Tur programında denize girebilirsiniz, bavulunuzu ona göre hazırlayın yazıyordu. Öyle de oldu. İçim kıpır kıpır, bir yandan da anksiyete var ne yalan söyleyeyim. Dile kolay 14 saat uçak yolculuğu var işin ucunda. Ama dedim ya içim kıpır kıpır, benim için heyecan verici ülkeler sıralamasında her koşulda ilk üçe giren bir memleket söz konusu olan. Tam da bu nedenle Ejder Turizm'den davet geldiğinde: "Evet" diyorum, ötesini berisini düşünmeden. Çok değil 10 yıl öncesinin kapalı kutusu, ABD'ye kafa tutan kafasına göre yaşayan bir halk. Yakından görmek, birkaç gün de olsa oradaki hayata dahil olmak istiyorum. Uzun yolculuk gözümü korkutuyor, birkaç kez vazgeçişin sınırlarında dolaşıyorum ama nihayet uçağa biniyorum... Merak ve panik bir arada. Havana'da toprağa bastığım, küçücük, tombul bir siyahi çocukla göz göze geldiğim anda unutuyorum hepsini. Hatta 16 saati aşan dönüş yolculuğunu bile...
AKIN VAR AKIN
Ülkenin başkenti Havana'dayız, otele bile gitmeden kendimizi vuruyoruz kentin sokaklarına. İlk durağımız meşhur Cumhuriyet Meydanı yani Plaza de la Revolucion. Burası Havana'nın modern kısmı. O meşhur Che Guevara resminin önünde poz veriyoruz. Ama bu fotoğrafları paylaşabilmemiz için internet olan bir yer bulmamız lazım, o da o kadar kolay değil. Bu ilk turistik hareketimiz, devamı da geliyor. Rehberimiz Özlem tam bir atom karınca. Herkese yetişiyor. İlgili olması güzel ama en güzeli Özlem Karakoç'un dersine çok ama çok iyi çalışması. Onun sayesinde hepimiz birer Küba uzmanı olduk. Etraf o meşhur nostaljik otomobiller ve turistlerle dolu. Kübalıdan çok turist var etrafta. Sanki bir akın var. "Bozulmadan görelim" duygusu belli ki tüm dünyayı sarmış. Bavulu kapan Havana'da soluğu almış. Birden tuhaf geliyor: Tüm bu insanlar 50'li yıllara, tabir uygunsa ışınlanmış gibi hissediyorlar, deneyimlemek istedikleri duygu bu zaten. Oysaki kendi memleketlerinde kendi elleriyle yaptıkları, övüne övüne doyamadıkları akıllı şehirler var. Nostalji bu kadar tatlıysa, neden kendi şehirlerinizi akıllandırdınız diye sorasım var. Sormuyorum ama arada yapılan sohbetlerde, lafımı da çakıyorum.
SEFALET Mİ GERÇEKTEN?
Ve evet Küba değişiyor, tüm dünyadan gelen turistler, yıllarca kapalı yaşamış Kübalı'ya başka bir dünyanın mesajlarını getiriyor. İnternet sayesinde farklı kültürlerle ve en önemlisi ürünlerle dolayısıyla başka hayatlarla tanışıyorlar. Aç değiller ama dünyanın çoğundan farklı standartlarda yaşıyorlar. Sabunun, parfümün kokusunu seviyorlar. Ama bu ürünleri edinmeleri çok zor. Öte yandan Havana'da yeni yapılan otel inşaatlarını gördük. Ve yeni yapılmış lüks otelleri. Central Meydanı'nda özellikle geceleri Küba'da olduğunuza inanmak zor. Çevredeki otellerden zenginlik akıyor. Ülkenin başka yerlerinde görmediğimiz mağazalar önemli markaların çok pahalı ürünlerini satıyor. Bol miktarda para harcayanların önemli bir işareti bu mağazalar. Belli ki zengin Kübalılar da var. Zamanımızın çoğunu eski şehirde harcıyoruz. Etraf kolonyal tarzda yapılmış, kimi kısmen bakımlı, kimi yıkılmak üzere eski ama çok estetik binalarla dolu, yüksek bina neredeyse yok. Turistler özellikle bu bölgede hareket ediyor. Her yer kafe ve restoranlarla dolu. Etraf cıvıl cıvıl. Ama bu "Kübalılar ne kadar da mutlu insanlar", klişesine bir gönderme olarak anlaşılmasın. Bana sorarsanız dünyada insanlar ne kadar mutluysa, Küba'da da aynı. Ama şu söylenebilir, daha sakinler. Öyle mutlulukla dolup taşan, hatta sığdıramayıp sağda solda dans eden insanlar yok ortada. Evet, her kafede bir müzik grubu ve dolayısıyla dans var ama bu mutluluktan değil, tamamen turistik, tamamen ticari... Dünya üzerinde savaş, sömürü görmemiş ülke var mı bilmiyorum. Küba canı çok yananlardan. Öylesine bir zulme maruz kalmış ki bu ada ülkesi, asıl yerlilerinden eser yok şimdi. Her şey Kristof Kolomb'un Küba'yı keşfetmesi ve İspanyol toprağı ilan etmesiyle başlamış. Önce İspanyollar, sonra Amerika... Sömürmüş de sömürmüş... Çiçek, veba gibi hastalıkları da beraberinde getiriyor İspanyollar. Hem hastalık öldürüyor Küba yerlilerini hem de İspanyollar. Ardından Amerika çıkıyor ortaya. Fuhuş, kumar, içki işlerini Küba üzerinden döndürmeye başlıyor. Ta ki Fidel Castro ve arkadaşları isyan edip, ABD'yi hüsrana uğratana kadar. Sonrası ise ayrı bir hikaye. Küba'ya ilişkin bir diğer klişeden de bahsetmek isterim. Hep turistik bölgeler dışında kalan yerleşimlerin sefaletinden bahsediliyor. Kısmen doğru bir tespit bu. Kaynakları sınırlı bir ülke olarak binaların, sokakların bakımı yeterince yapılmamış. Fakat Kübalılar, eğitim ve sağlık için para ödemiyor. Üstelik devlet her ay her bireye et, yumurta, pirinç, yağ, fasulye, gaz veriyor. Her Kübalının bir karnesi var, aldıkları bu karneye işleniyor. Kübalıların çoğunluğu küçük tek katlı, sade döşenmiş eski evlerde yaşıyor. Evlerin çoğu rengarenk boyanıyor. Hiç aklınıza gelmeyecek renklerle üstelik. Her evin önünde bir çift sallanan sandalye. Bu haliyle bir masala aitmiş gibi görünüyor evler. Resmen sokakta yaşıyorlar, evlerin kapıları direkt sokağa açılıyor, camları hep açık. Sık sık evinin önünü yıkayan insanlarla karşılaşıyorsunuz, seviyorlar temizlik yapmayı. Her köşe başı, her merdiven bir buluşma noktası, üç beş kişi bir arada. Söylendiği gibi karşılaştığım her Kübalıyı çok da cana yakın bulmadım. Ama kesinlikle kaba değiller. Her işi çok ama çok yavaş yapıyorlar.
TURİZM ÇOK ÖNEMLİ
Turizm son yıllarda büyük bir kaynak olmuş tüm ülke için. İsteyenler evlerini pansiyon olarak işletiyor. Casa Particular deniyor bu sisteme. İsteyen turistler bu evlerde ev halkıyla birlikte kalıyor. Buradan kazanılan paranın büyük kısmı devlete gidiyor. Yani hem devlet hem de ev sahibi para kazanıyor. Maaşlar çok düşük Küba'da. Örneğin bir doktor aylık 35 dolar kazanıyor. Elbette bu parayla geçinmek çok zor. Ve evet Küba değişiyor. Tüm dünyadan bu kadar insanın geldiği bir yer elbette değişecek. Farklı dünyalar buluşuyor Küba'da. Ama bu onların bambaşka bir halk oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Viva Küba!
TRİNİDAD BAMBAŞKA
Ülkenin ikinci önemli şehri. Böyle olunca Havana'ya benzer bir yerleşim bekliyor insan, öyle olmadığını görünce de biraz şaşırıyor. Biz akşam saatlerinde vardık Trinidad'a, tek tük evlerin ışıkları yanmaya başlamıştı... Birden her şey gözüme çok kasvetli görünüyor. Burada evlerde kalacağız, ev halkıyla birlikte. Grupta genel bir hayal kırıklığı, ellerimizde tekerlekli bavullar, kalacağımız evlere yerleşmeye çalışıyoruz. Suratlar beş karış. Bir de yağmur başlamaz mı... Trinidad yağmuruyla bir güzel ıslanıyoruz. Aramızda söylenenler oluyor, hepsi haklı geliyor kulağıma... Yarım saat içinde atlatıyoruz şoku, tek ya da iki katlı, tertemiz evlerin ve taş döşeli yollarıyla bize kucak açan Trinidad'ın tadını çıkarmaya başlıyoruz. Gerçekten başka türlü bir yer... Eski Trinidad'ın merkezi küçücük bir kasabayı andırıyor. Şehrin modern kısmı daha farklı ama doku aynı. Asfalt yollar, modern oteller, bankalar hep bu kısımda. Özellikle deniz sezonunda Trinidad tercih edilebilir. Kaldı ki bizim gruptan bazı arkadaşlar, yarım saat mesafedeki bir plaja gidip, şubat ayında denize girmiş, bronzlaşmış olarak geri döndüler. Kıskandık mı, kıskandık. Benim dahil olduğum küçük bir grup şehirde kalıp alışveriş yapmayı seçti. Bunu yapmayanlar bir şey kaybetti mi, kaybetti. Sakin, stresten uzak şahane sokakları turlamak, irili ufaklı sanat atölyelerine girip çıkmak, yorulduğunda da bir pina colada ile yorgunluk atmak...
CHE GUEVARA'YI ZİYARET ETMEDEN DÖNMEYİN
Bir Arjantinli bir doktor Che Guevara. Entelektüel bir ailenin çocuğu. Küçüklüğünden itibaren okuyup, yazmayı seviyor. Aslında fena bir hayatı yok. Ama Güney Amerika'yı gezdikçe; ezilen, sömürülen insanları gördükçe bileniyor da bileniyor Amerika'ya karşı. Fidel Castro ile tanıştıklarında ikisinin de hayatı değişiyor. Yoldaş oluyorlar, Küba devrimi için sırt sırta verip savaşıyor ve başarıyolar. Küba'da nereye baksanız Che Guevara'yı görüyorsunuz. Hatta Castro'dan daha fazla. Kübalılar çok seviyor, çok saygı duyuyor ona. Küba devriminin ardından politikayla baş edemiyor Guevara. Beceremiyor. Ne kadar iyi bir devrimciyse, o kadar kötü bir politikacı oluyor. Onu çok sert, acımasız bulanlar da var, tüm sevgilerine rağmen. Hal böyle olunca Bolivya'ya gidiyor, bir grup Kübalıyla. Amaç orada da bir kurtuluş hareketi başlatmak. Fakat Bolivya devlet güçlerince saklandığı ormanda kıstırılıyor ve 1967 yılında öldürülüyor. Vefalı Küba 1997 yılında Che'nin mezarını buluyor ve onu Küba'ya getiriyor. Santa Clara'daki mozelesine, yoldaşlarının yanına gömülüyor. Aynı yerde bir de müze var. Gerçekten çok etkileyici. Che'nin çocukken okuduğu kitaplar, çizdiği resimler, doktor önlüğü, savaşırken tuttuğu günlükler ve daha birçok eşya... Müze Santa Clara şehrinde. Mozele ve müzede tam bir sessizlik hakim, tuhaf bir elektrik var ortamda. Gören herkes etkileniyor. Bizim için de aynı şeyler oldu... O sessizlik içinde gözleri dolanlar, bir fotoğrafın karşısında dakikalarca donanlar, mozelesine saygıyla dokunanlar ve hatta dua edenler oldu.
TÜRKLER HER YERDE
Türkler Küba'yı Kübalılar da Türkleri seviyor. Öyle ki, merhaba, İstanbul, hoşgeldiniz gibi kelimeler havada uçuşuyor. Bu iki Kübalı da Türkiye sevgisini böyle gösteriyor.
TUVALET ŞOKU
Tuvalet kültürü bambaşka. Baştan söyleyeyim, zorlanabilirsiniz. Öyle ki tuvalete ilk girenler küçük çaplı bir şok geçirdiler. Hani kovboy filmlerinde kullanılan kısa bar kapıları vardır ya, Küba tuvaletlerde bu kapı sistemini kullanıyor. Hani neredeyse vücudun sadece orta kısmını gizleyen bir kapı boyutundan bahsediyorum. Bir diğer güçlük tuvalet kağıdı meselesi.
SABUN VAR MI SABUN?
Her yerde olduğu gibi burada da dilenenler var. Elbette para istiyorlar. Ama sabun da en az para kadar kıymetli. Eğer Küba'ya gidecekseniz, yanınızda küçük sabunlar götürmeyi ihmal etmeyin. İnanın çok mutlu edeceksiniz Kübalıları. Çocuklar için de küçük çikolata, sakız, şekerleme almayı ihmal etmeyin yanınıza. Ayrıca kendiniz için de şampuan, sabun, ıslak mendil hatta tuvalet kağıdı alabilirsiniz yanınıza, kesinlikle boşuna taşımış olmazsınız.
NE ALACAKSINIZ?
Bu kadar yokluk içinde yaşayan bir memleketten ne alınır diye düşünmeyin. Öncelikle sanat konusunda çok gelişmiş Kübalılar. Gittiğiniz her yerde birçok resim, sanat galerisiyle karşılacaksınız. Bol bol Che Guevara, klasik araba konulu ürün göreceksiniz. Bunların çoğu standart ama özel işler bulmanız hiç zor değil. İğne işiyle yapılan örtüler efsane. İrili ufaklı işlenen bu örtüler tamamen el işçiliğiyle yapılıyor ve ücretleri büyüklüklerine göre değişiyor. Bu örtülerin en iyileri Trinidad'da. Küba'daki hediyelik eşya mağazalarının bir kısmı devlete ait. Dolayısıyla burada fiyatlar daha yüksek. Ve elbette pazarlık şansı sıfır. Puro, rom Küba'nın olmazsa olmazlarından. Che'li tişörtler, şapkalar, çantalar, seramikler... Bu liste böyle uzar gider.
YEMEKTEN KORKMAYIN
Küba mutfağının çok zengin olduğunu söylemek zor. Tavuk, balık, pirinç, fasulye, kök sebzeler ana malzemeleri. Fakat ürünlerin çoğu Türk damak tadına uygun. Ayrıca pizza, makarna, tapas yapan çok sayıda restoran var. Fakat Küba'daysanız tercihinizi deniz ürünlerinden yana kullanmanızı tavsiye ederim. Özellikle kabuklu deniz ürünlerini mutlaka deneyin, hem iyi yapıyorlar hem de uygun fiyatlı. Amerikan kolası bazı otellerde var. Ama Küba üretimi Tukola'yı her yerde bulabilirsiniz. Çok da lezzetli.
HAVANA RESTORANLARI
La Dominica: Bir İtalyan restoranı. Oldukça hesaplı. Pizzaları, makarnaları insanı hayal kırıklığına uğratmıyor. Canlı müzik var. Hem kapalı hem açık oturma alanı var. Özellikle akşamları dışarda oturmak çok ama çok keyifli.
Cafe del Oriente: Havana'nın en şık ve pahalı restoranlarından. İyi giyinmeniz gerekli. Öyle şort, terlik giremiyorsunuz. Elbette rezervasyon da şart. Şehrin dört meydanından biri olan San Francisco'da yer alıyor.
La Imprenta: Mimari olarak çok değişik bir mekan. Restoranın arka bölümü bir avlu gibi dizayn edilmiş. Fiyatlar uygun yemekler idare eder. Her yerde olduğu gibi burada da canlı müzik var.
La Vitrola: Yemekleri çok güzel, fiyatları uygun. Üstelik Türk olduğumuzu öğrenince yemeklerime küçük Türk bayrakları yerleştirmişlerdi. Alkışla karşıladık bu jesti. Biz tereyağında ahtapot, peynir kroket, kızarmış soğan halkası gibi tapaslar sipariş ettik. Yediğimiz her şeyden çok memnun kaldık. Plaza Vieja Meydanı'nda bu restoran. Mekanın içi çok güzel ama dışarda oturmak ömre bedel.
Al Carbon: Meşhur et lokantası, rezervasyon şart. Pahalı şık, barbeküsü meşhur. Devrim Müzesi'ne çok yakın.
Vistamar: Deniz mahsulleriyle ünlü. Havana'nın lüks semti Miramar'da. Oteller, konsolosluklar hep bu semtte. Rezervasyon şart. Deniz manzaralı mekan pahalı sayılabilir.
Cafe Taberna: Buena Vista Social Club üyelerini canlı izlemek isteyenler buraya mutlaka gitmeli. Fix menü var.
TRINIDAD RESTORANLARI
Taberna La Botija: Trinidad'daki en ünlü tapasçı. Her daim önünde kuyruk var. Küçük bir mekan. İki gün üst üste gittik ama yemek kısmet olmadı. Ben yiyemedim, lütfen siz giderseniz yiyin.
Restaurante Museo: Restaurant Müzesi adından anlaşılacağı üzere hem bir müze hem de içinde restoranı var. Masalardaki bardak, tabak, çatal bıçak sayısını anlatamam. İç dekorasyon mest edici. Her yer kıymetli eşyalarla dolu. Ve fakat iş yemeklere gelince aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Fiyatlar gerçekten tuzlu.
Terazza Trinidad Colonial: Deniz ürünleri gani Küba'da dolayısıyla ıstakoz gibi kabuklular çok uygun fiyatta servis ediliyor. Burası da uygun fiyata deniz ürünleri yiyebileceğiniz sevimli bir restoran.
Restaurante San Jose: Hem İtalyan hem de Karayip mutfağı mevcut. Fiyatlar makul, yemekler iyi.
Los Conspiradores: Şık bir mekan, bahçesi çok güzel. Deniz ürünleri yiyebilirsiniz.