Komşudan başlayalım. Atina da olabilir, Selanik de... İlki İstanbul, ikincisi İzmir diye düşünün. Yakınlık da, fiyatların Euro'ya rağmen hâlâ Avrupa başkentlerindeki kadar can yakmaması da avantaj... Yemekler garantili; hep basit ve lezzetli.
Atina'da pazar günleri Monastraki'de kurulan bitpazarı çok zengin, çok eğlenceli. Brettos, şehrin en eski damıtımevi. Kendi uzo, brandy ve likörlerini üretiyor; rengârenk şişeli duvarı da adeta alametifarikası. Benaki Müzesi'nin mağazasından aldığım kolyeyi ne zaman taksam, herkes sorar.
Selanik'teyse 'kordon'da sürümek, güneşi batırmak, ara sokaklarda kaybolmak yeter. Atatürk Evi'ne gitmeniz şart değil; beklentinin çok altında kalıp üzüyor. Tam bir çocuklu seyahat destinasyonu orası; yeteri kadar müze görmüş yetişkinleri maalesef nitelik olarak da nicelik olarak da kesmiyor.
ATMOSFERLİ AKŞAMLAR
Londra. Paris. Berlin. Amsterdam. Roma. Barselona. Stockholm... Alabildiğine kültür sanat, tarih, mimari demek bu Avrupa şehirleri...
Bu hareketli metropollerde ne kadar çok da olsa gününüz, hep az geliyor, hep bir şeyler eksik kalıyor. Günden azami fayda sağlamak, mümkün olduğunca çok yere yetişmek istiyorsunuz. Çocukluysanız geçmiş olsun; unutun.
Müzede yoruluyor, mağazada sıkılıyor... Restoranda yemekleri yadırgıyor, konserden zevk almıyor, kulübe yaşı yetmiyor. Özellikle geceleri de yaşayan şehirlere çocuksuz gittiğinizde farkı görürsünüz; eğlence de huzur da artıyor.
Hangi birini sayalım? Londra'da Hayward Gallery'deki devasa Andreas Gursky fotoğraflarını mı, çalışanlarının 46 numara topukluyla dolaştığı 18+ mekânlardan Park Chinois'nin trüflü dumpling (mantı diyelim) lezzetini mi?
Berlin'deki Martin Gropius Bau'da 'Museviler, Hristiyanlar, Müslümanlar / Ortaçağ'da Bilimsel Söylem' sergisini mi, Mitte'deki Schwarzhogerzeil, Sabrina Dehoff, AD Deertz, Baerck gibi çocuklara değil de tasarıma göz kırpan dükkânları mı? Paris'in Michelin'li restoranlarını mı, Barselona'nın tahrik gücü yüksek tapas barlarını mı? Sonsuza kadar devam eder bu liste.
ROMANTİK KÖYLER
Hâlâ Avrupa'da ama büyük şehir karmaşasının uzağında, biraz daha kuytularda olmak da çok iyi gelir, hele ki kargaşadan, kavgadan beslenmeyen bir çiftseniz. Rüya gibi bir Alsace seyahati (Colmar, Strasbourg), azıcık daha baharda (mümkünse lavanta mevsiminde) Provence ve Rhone vadisi (Marsilya, Avignon) en derin yaralara merhem olur.
Amalfi kıyıları pek çok filme konu olan en romantiklerdendir: Napoli, Sorrento, Capri adası, Positano, Minori... Sicilya'yı da eklersiniz belki: Palermo, Catania, Taormina... Çok çiftlik bir rota bu... İtalyan Rivierası Liguria da öyle: Cenova, Portofino, Cinque Terre, Rapallo, Santa Margherita...
Çocukların fevkalade sıkılacağı masalsı köyler size hem huzur hem de romantizm olur. Mozart'ın köyleri misal... Köy dediysek Salzburg, Hallstatt, Münih, Rothenburg, Baden Baden, Strasbourg, Zürih mevzubahis.
Van Gogh'un köyleri ya da: San Remo, Menton, St. Paul de Vence, Grasse, Nice, Cannes, Aix en Provence, Arles, Nimes, Avignon, Lyon, Annecy, Evian, Cenevre...
Fransa, İsviçre, İtalya, İspanya genel olarak daha yetişkin gelir zaten bana hep. Malaga'da, Granada'da yani Endülüs'te çocuğu oyalayabilen beri gelsin! Bilbao'da keza. Adım başı Michelin yıldızına takıldığınız gastronomi üssü San Sebastian'da tabağında altın değerinde lokma bıraksın diye mi çocuğu yanınızda sürükleyesiniz ki? Zerre vicdan yapmadan tadını çıkartın; çocukluk yerler değil oralar.
ADINI BİLMEDİĞİNİZ DİYARLAR
Inverness verelim mi? Edinburgh, Glasgow, Belfast, Dublin şeklinde İskoçya ve İrlanda'ya uzanırdınız...
Aurora Borealis'e ne diyorsunuz? Reykjavik, oradan da Skaftafell Ulusal Parkı'na giderdiniz...
Mashpi Bulut Ormanı arzu edersiniz belki? E biraz bütçeyi zorlayacaksınız, zira Ekvator'dasınız. Quito, akabinde Galapagos Adaları. Hayatta tek bir kere gidilecek yerlerden...
Medellin'e ne dersiniz? Bogota'ya, Manaus'a... Daha bildiğimiz lisanda Kolombiya, Panama, Amazon'a yani?
Denarau'ya peki? Apia'ya? Ya Mamanuca Adaları'na? Pago Pago'ya? Çocuklara kart atarsınız oradan: Pasifik'ten sevgiler...
BREZİLYA'DA GECEKONDU ZİYARETİ
Vietnam'ın, Kamboçya'nın hiç çocuklu gidilecek yer olmadığında hemfikirizdir herhalde. Hanoi, Holong Bay, Siem Reap, Phnom Penh, Ho Chi Minh... Ama görmeden de ölmemeli. Peru ve Bolivya da öyle. Lima, Paracas, Cusco, Kutsal Vadi, Machu Picchu, La Paz, Puno...
Sakura zamanı (Nisan) Japonya'ya da çocuk götürmenin âlemi yok. Dönüşte kilo kilo kiraz alıp çatlayana kadar yemesine izin verirsiniz, olur biter!
Hindistan da çocukla zor: Tatlişkom ellerini yıkadın mı, çocuğum oraya basma, evladım o su içilmez...
Barsakları bozulacak, sonra uğraş dur. Ama çiftin her iki teki de ilgilenirse, Holi Festivali yakın...
New York'a da küçük çocukla gitmenin pek anlamı yok bence. Havana'ya da. Mexico City'ye de. Kendinize anca hâkim olursunuz bazı yerlerde, çocuk iyice ayağınıza dolanır. Ama sadece ikinizseniz, köşe bucak keşfi tadından yenmez.
Buenos Aires'te ne yapsın sonra? Bizim bile yiyemediğimiz çiğlikte geliyor o azman etler, çocukcağıza gereksiz travma olur. Rio de Janeiro'da denize sokabileceğinizi zannediyorsanız, unutun. Müthiş bir plaj kültürleri var evet ama dalgadan denize girilemiyor. Buna karşılık favela (bir nevi gecekondu diyelim) gezisini, hele ki biraz sosyoloji, antropoloji, dünya siyaseti meraklısı her yetişkin yapabilse keşke; üstüne çok söz söylenecek bir tecrübe...