Ayvalık Balıkesir'in Ege kıyısındaki Ayvalık ilçesi, bilinenin aksine sadece yazın değil, özellikle sonbaharda da ziyaret edilebilecek bir yer. Arnavut kaldırımlı sokakları, ahşap tarihi binaları, dillere destan kabak çiçeği dolması ile yerli yabancı her gezginin uğrak noktası. Ayvalık, bir yanda Rum evleri, diğer yanda cumbalı Osmanlı evleri; kiliseleri ve camileriyle tam bir kültürel miras. Hayrettinpaşa Mahallesi, Camlı Kahve, Taksiyarhis Kilisesi, Hamidiye Cami, Ayazma Kilisesi ve Şeytan Tepesi, Ayvalık'ta gezilip görülesi yerlerden. 22 adaya sahip Ayvalık'ta, Cunda Adası da ayrı bir ziyaret sebebi. Cunda dışındaki tüm adalar milli park ilan edilince buralarda yerleşim yasaklanmış ve Cunda, Ayvalık'ın yaşam olan tek adası haline gelmiş. Bir de Tımarhane Adası var ki, zamanında içkiyi fazla kaçıran Rumların, aklını başına toplasınlar diye gönderildiği ceza adası olarak ünlenmiş. Adını verdiği Ayvalık tostu, peynirden yapılan hoşmerim tatlısı, papalina balığı, zeytini, zeytinyağı ve olmazsa olmaz zeytinyağlı meze çeşitleriyle de lezzet düşkünleri için her mevsim birçok alternatif sunuyor.
Kapadokya
Kapadokya deyince akla peri bacaları, Kapadokya balon turu ve insanı uzayda başka bir gezegende gibi hissettiren yeryüzü şekilleri gelir. Bu şekillerin 60 milyon yıl önce püsküren lavlarla oluştuğunu düşünmek bile, ne kadar olağanüstü bir yerde olduğumuzu anlamamıza yeter. İlk tarihlerden bu yana insanlar, bu lavları oyarak içlerine evler, kiliseler yapmış, kendilerine yaşam alanları yaratmışlar. Ayrıca yaşam alanlarını fresklerle süsleyerek binlerce yıllık medeniyetlerinin izlerini günümüze taşımayı başarmışlar. İlk yaşam kalıntıları neredeyse iki milyon yıl öncesinden bulunmuş.
Dört mevsimi de farklı
Pers dilinde 'güzel atlar diyarı' anlamına gelen Kapadokya turizm açısından dünyanın dikkatini çeken bir bölge. Avanos, Ürgüp, Göreme, Akvadi, Uçhisar ve Ortahisar kaleleri, El Nazar Kilisesi, Aynalı Kilise, Güvercinlik Vadisi, Derinkuyu, Kaymaklı ve Özkonak yeraltı şehirleri, Ihlara Vadisi, Selime Köyü, Çavuşin, Güllüdere Vadisi, Paşabağ-Zelve öncelikle görülmesi gereken yerler olmasına rağmen Kapadokya sadece bunlarla sınırlı değil. Lezzet turizmi açısından da keşfedilecek çok şey var. Kapadokya, bölge olarak Nevşehir başta olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri'ye de yayıldığı için her bölgenin kendine özgü yöresel tatları var. Dört mevsim adeta dört farklı gezegen halini alan Kapadokya sonbaharın keyfini çıkarmak için gidilebilecek en güzel rotalardan biri. Hele de soba üstünde kestane keyfi yapacak olursanız, keyfine doyum olmaz.
Şarköy
Malkara, Tekirdağ, Gelibolu ve Marmara Denizi ile çevrelenmiş, üzüm bağları ile ünlü Şarköy'ün ilk adı Şehirköy'müş. Bölgeye Anadolu'dan göç eden Yörük Türklerin ağzında, şehir şara dönüşmüş ve Şarköy diye söylenmiş. 945 metre yükseklikteki Ganos Dağı'nın heybetiyle gölgelenen Şarköy ve Mürefte özellikle bağ bozumunda, uçsuz bucaksız bağları ile pek çok ziyaretçiyi kendine çekiyor. Gaziköy, Hoşköy, Gölcük ve Tepeköy dereleri yazın tamamen kurusa da sonbaharın gelişiyle beraber pek çok bitki örtüsüne can veriyor. Şarköy'e bağlı en güzel köylerden biri olan Uçmakdere Köyü ise, köylülerin binbir renkli çiçeklerle donattıkları taş evleri ile Fransız köylerinden bile daha güzel ve özgün. Ganos Dağı eteklerindeki Uçmakdere Köyü zamanında büyük bir Rum yerleşkesiymiş. Bugün yamaç paraşütçülüğüne de ev sahipliği yapan köye, 1924 yılındaki mübadele ile Yunanistan'a göç eden ahalinin yerine Selanik'in Gevgeli, Karasinan ve Mayadağ kazalarından gelen Türkler yerleştirilmiş.
Yedigöller
1965 yılında milli park olarak korumaya alınan, Batı Karadeniz bölgesinde Bolu'nun kuzeyinde yer alan Yedigöller Havzası, kuzeyden güneye sıralanmış Büyükgöl, Seringöl, Deringöl, Nazlıgöl, Küçükgöl, İncegöl ve Sazlıgöl adı verilen yedi göle ev sahipliği yapıyor. Göllerin en büyüğü, canlı alabalık da yetiştirilen Büyükgöl; en genişi ise Nazlıgöl. Dibinden sızdırdığı bol miktardaki su, yüzeye çıkarak bir şelalenin oluşmasına sebep olduğundan Nazlıgöl, 'Şelale Gölü' olarak da biliniyor. Yedigöller Milli Parkı içerisindeki Kapankaya Seyir Yeri'ne çıkılarak, göller ve eşsiz manzarası izlenebilir. Çok sayıda bitki türünü içeren milli park, güzel ve zengin doğal ormanlara sahip. Kayın, gürgen, meşe, kızılağaç, akçaağaç, karaağaç, titrek kavak, sarı ve karaçam, köknar, fındık, ıhlamur gibi onlarca ağaç türünü barındırdığı için, özellikle sonbaharda binbir renge bürünüyor.
Şirince
İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı meşhur Şirince köyünün adı, zamanında "Köyünüz nasıl?" diyenlere, kimse gelip bozmasın diye halkın "Çirkince" yanıtı vermesiyle gelişmiş. Sanırım keşfedilmeye başlamasıyla Şirince'ye dönüşmüş. Artık turistik bir bölge olan Şirince'nin en büyük özelliği gerçek köy evlerinde konaklama yapabiliyor olmanız. Şirince, Efes antik kenti ve Kuşadası gibi yoğun ilgi gören turistik merkezlere yakın olması nedeniyle, buralara gelenlerin bir günlüğüne de olsa mutlaka ziyaret ettiği bir köye dönüşmüş. Selçuk'taki Efes antik kenti, Selçuk Müzesi, St. Jean Bazilikası, Meryem Ana Evi ve Artemis Tapınağı, Şirince gezisinde görülecek yerler arasında. Aynı Şarköy gibi üzüm bağlarıyla ünlü Şirince, sonbaharın kızıl tonlarındaki ağaçları arasına kat kat dizilmiş evleri ile mevsimin en güzel rotalarından biri.
Balkan köyleri
Anadolu ile Balkanlar arasında binlerce yıldır köprü rolünü üstelenmiş Kırklareli'ne doğru giden yol, sıralanan minik minik Balkan köyleri ile son derece güzel bir sonbahar rotası. Meyve bahçeleri, meşe ağaçları, Bulgar sınırına doğru akan çaylar ve Kaynarca Deresi tüm bu köylere eşlik ediyor. Istrancaların eteklerine yağlı boya tablolar gibi dağılmış sınır köylerinden biri Armutveren Köyü. Paspala ve Pomak olarak da bilinen Balkan göçmenlerinin yaşadığı bu sevimli köyde, Nusret'in Kahvesi'ne uğrayıp köpüklü bir kahve eşliğinde sohbete dalabilirsiniz. Adını, yörede bolca bulunan sulu ve hoş kokulu armudundan alan köyün fasulyesi de meşhur. Armutveren'in komşusu olan bir diğer sınır yerleşimi İncesırt Köyü. Türkiye ile Bulgaristan arasında yemyeşil bir adayı anımsatan bir doğa harikası burası. İncesırt'a üç kilometre mesefade ise Karanlıkköy var. Bulgaristan sınırından sadece birkaç kilometre uzaklıkta, çevresi ormanlarla kaplı bu köyde, neredeyse yalnız başlarına yaşayan son Karanlıkköylüler, bu köye kendilerini Atatürk'ün yerleştirdiğini gururla anlatıyor. Terk edilmiş köy evleri, harabe bir müzeyi andıran tarihi camisi, doğal güzellikleri ve dost yüzleriyle Karanlıkköy, nadir bulunabilecek bir film platosu gibi.
Polonezköy
İstanbul'un arka bahçesi... Kırım Savaşı sonrasında Polonya'dan kaçan sivil ve askerlerin, Sultan Abdülmecit'in izniyle yerleştiği bu sevimli köyün adı önceleri Adamköy iken, 1923 yılında Polonezköy olarak değiştirildi. Halen 80 civarı Polonyalı vatandaşımız bu köyde yaşamakta ve atalarının dilini ve geleneklerini sürdürmekte. Bu köy, kapılarında yedi veren gülleri ile sarmalanmış köy evleri, Meryem Ana Kilisesi, Polonezköy Mezarlığı, Atatürk'ün Polonezköy'ü ziyareti sırasında kaldığı köy evi, köyün 150. kuruluş yıldönümünde açılan, Polonezköy tarihi ve kültürünü anlatan Zofia Teyze'nin Hatıra Evi ile sonbaharda gezilecek en güzel rotalardan biri. Köy meydanında dizilmiş tesisler ise enfes kahvaltılar için haftasonunda tercih sebebi.
Elazığ
Sararmaya hatta kızarmaya başlayan yaprakları ve yeşilden bordaya, sarıdan mora kadar uzanan bir renk yelpazesiyle üzüm bağları çoktan bozulmaya başladı bile. Artık vakit, bağ bozumu vakti! Elazığ'ın bağ bozumu keyfinin yanında, kendisi de zaten başlı başına bir kültür zenginliği. Harput ve Süt kalesi, Hazar gölü, Hazar Baba, Arap Baba ve Çayda Çıra ile mutlaka ziyaret edilmesi gereken güzel şehirlerimizden biri. Alabildiğine uzanan bağlar, yeni toplanan üzümlerle kaynatılmış olan mis kokulu pekmezler, damlara asılmış cevizli sucuklar (burada orcik denir) sizi sonbaharda bağ bozumuna çağırır.