Cumadan başlayıp, Pazartesi akşamına kadar sürecek bir tatil için eşimle birlikte Paris'teyiz. Eşimle birlikte olmak demek, daha çok gezmek, keşfetmek ve tabii ki yürümek demek... Ama o da ayrı güzel. Bir şehirde her gün 15 kilometre yürürseniz tabii ki her şey daha farklı oluyor. Havaalanından şehre doğru ilerlerken kara kara bulutları görünce "Eyvah" diyorum, "İnşallah yağmur yağmaz." Ama şehre girince güneş açıyor ve gökyüzünü gökkuşağının renkleri boyuyor. Bu değişimle birlikte benim de rengim değişiyor. Hava tam bir sonbahar havasına bürünüyor. Zaten güzel olan da bu, Paris'te sonbaharı yaşamak... Opera bölgesindeki otelimize yerleştikten sonra kendimizi sokaklara vuruyoruz. Fransa'da hâlâ olağanüstü hal olduğu için güvenlik yine dikkat çekiyor ama geçen yıl Bataclan konser salonuyla birlikte şehrin değişik yerlerinde gerçekleşen patlamalardan sonra gittiğimde ortam feciydi. Her mağazaya girdiğinizde didik didik aranıyordunuz. Ve gerginlik peşinizi bırakmıyordu... Bu kez öyle değil. Şehir yine turist kaynıyor. Müzelerin önünde kilometrelerce uzayan kuyruk... Kafeler ağzına kadar dolu. Çinliler yine deli gibi alışveriş yapıyor. Champs Elysee'deki Louis Vuitton mağazası, kapısının önünde uzayıp giden kuyruktan müşterilerini yine sırayla içeri alıyor. Mağazalar vitrinleriyle cezbediyor... Her yerde evsizler, dilenciler... Ama şehir sarı yaprakları ile büyülüyor... Tuilerie bahçesinde yürürken, bir kahve alıyorum elime... O devasa ağaçların altında sonbaharın renklerine bakıyorum. Sonra cep telefonumdan Amin Maalouf'un Un automne a Paris-Paris'te Sonbahar şiirini indiriyorum; "Gezginleri ve gölgeleriyle Paris/Mırıldanan sevgilileri/Bankları ve ağaçları/ Ölmüş yapraklarıyla Paris..." Böyle diyor şiirin bir yerlerinde... Evet, diyorum; sonbaharda Paris'i en çok ağaçları, yaprakları ve bankları anlatabilir... Her yerde sevgililer var. Çoğu 'öğrenilmiş bir romantizmle' yaşıyor Paris'i... Sürekli selfie'ler çekiliyor; yeter ki aşkın fonu Paris olsun, yeter ki arkada Eyfel Kulesi gözüksün!!!
YÜRÜYORUZ, KEŞFEDİYORUZ
Günlük yürüyüşlerimiz şehrin büyük caddelerinde, ara sokaklarında devam ediyor. Yorulduğumuzda bir kafede mola veriyor, kahvelerimizi yudumluyoruz. En güzel yanı bu; bütün bir dünya önünüzden geçiyor. Kitapçılarda dolaşıyor, küçük butiklere girip çıkıyor, çatılardan Paris'i izliyor, bol bol fotoğraf çekiyor, pasajları keşfediyoruz... Evlere bakıyorum, kapılarına, pencerelerine, çiçeklerine, estetiğe... Ben seyahat yazılarımda adres vermem... Benim beğendiğimi siz beğenmeyebilirsiniz. Ki, dönüşte havaalanında konuştuğum bir Türk Paris'e ilk kez geldiğini ve hiç sevmediğini söyledi. Onun için şu 'mutlaka görülmesi gereken 10 yer' listesi bana göre değildir... Ben Eyfel Kulesi'ne çıkmayı tercih etmem ama nehrin kıyısında yer alan tezgahlarda satılan eski kitaplara ve dergilere saatlerce bakabilirim... Bir sokak müzisyenini keyifle dinleyebilirim. Yaşadığım o an bana keyif verir. Yani ne aradığınız, ne beklediğiniz önemlidir... Özetle Paris sonbaharda güzeldir... Ama daha farklı bir Paris yaşamak isterseniz, hemen yan sayfada, moda editörümüz İdil Demirel'in kaleme aldığı ışıltılı Paris'ini okuyabilirsiniz.