Yaklaşık
iki ay önce Romanya'ya seyahat ihtimali doğmuştu, olmadı. Aklım kalmadı mı, kaldı... Belli ki kader ağlarını örmüş. Prontotour'dan aradılar bir süre önce, "Yeni bir program başlatıyoruz, yazarlar romanlarının geçtiği coğrafyaları, okurlarıyla birlikte gezecek. İlk durağımız Romanya, yazarımız Gülşah Elikbank ve Romanya'da geçen romanı Yalancılar ve Sevgililer, gelir misin?" dediler. Aklımdan hızla, "Romanya beni çağırıyor, herhalde kaderimde var" diye geçirdim hafif müstehzi... İtiraf etmek gerekirse, mistik bir havaya girdim, nedenini bilmesem de... Hızla zihnimdeki Romanya'yı gözden geçirdim... Eflak, Boğdan, Kazıklı Voyvoda, tuhaf bir yakınlık hissettiğim ama aynı zamanda negatif duygular beslediğim bir yer... Acaba Kazıklı Voyvoda yüzünden mi hissettiklerim... Neyse lafı uzatmayalım. Nihayet yola çıkacağımız gün geldi, birlikte seyahat edeceğim grupla Atatürk Havalimanı'nda buluştum... Ne tatlı, ne hoş bir gruptu anlatamam. Check in yaptırdık, valizleri uçağa verdik. Yerim neresi diye biniş kartına bakınca bir de ne göreyim! Oturacağım koltuk 13D. 13, hani uğursuz olan, hani kimselerin istemediği, kaçındığı rakam, yazıyla on üç! Çaresiz yerime oturdum, "Hani uçaklarda 13. sıra yoktu" diye düşünürken, nasıl oldu bilmem derin bir uykuya daldım, gözümü açtığımda Bükreş'e inmek üzereydik... Toprağa ayak bastığımda çoktan geçmişti 13 korkum. Kendimi seyahatin kollarına bıraktım, meğer ne iyi yapmışım... Sonradan öğrendim, Romanya büyücü dostu bir ülkeymiş. Öyle ki büyücülük 2010'dan beri meslekten sayılıyor. Hal böyle olunca büyücülerin vergi ödemesi gerekiyor. Çok kızıyorlar bu duruma ve birleşip hükümete karşı bir büyü yapıyorlar. Büyü tuttu mu bilmiyorum ama bu olanların gerçek olduğunu biliyorum. Bu ülkede her şey masal gibi anlatılıyor, en büyük gerçekler bile... Belki bize rehberlik eden Vlad ve Marian'ın tarzı bu. Vlad 35 yaşında babası Marian ise komünist dönemi de yaşamış. İkisi de sürekli "Böyle diyorlar ama bilmeyiz" diye bitiriyor sözlerini... Mesela bir bilimsel bir araştırmadan bahsediyorlar ve ekliyorlar "Yani öyle diyorlar..." Yazarımız Gülşah Elikbank da dersine iyi çalışmıy kah romandan bölümler okuyor bize kah bir hikaye anlatıyor. Bir yazarla gezmenin keyfi ayrı yani... İlk durağımız Romanya'nın başkenti Bükreş'ti. Bükreş'i anlatmadan önce, bu güzel ülkeye ilişkin ön bilgi vermek isterim. Romanya ile Osmanlı'nın ilişkisi aslına bakarsanız çok derin. Ülkenin hayat çizgisini belirlemiş bu ilişki. Yemek kültüründen lisana, büyük tarihi olaylara kadar hayatın her noktasında Osmanlı'nın izlerine rastlamak mümkün. Romanya bugün cumhuriyetle yönetiliyor. Ama tarihinde prenslik de var, komünizm de... Bu küçük ülkeyi bu kadar büyülü yapan belki de yaşadığı bu siyasi kırılmalar. Her ne kadar Romanya deyince insanların aklına Drakula geliyorsa da, Drakula'ya ilham olan III Vlad'a, yani Vlad Tepeş'e yani Kazıklı Voyvoda'ya odaklanmak gerek. Çünkü Drakula yaratılan bir karakter, Kazıklı Voyvoda ise gerçek, hem de çok gerçek. Ülkenin her köşesinde Vlad Tepeş'ten bir iz görmek mümkün aynı zamanda turistik Drakula'dan. Biraz işin içine girince gerçekle kurgunun farkını anlıyorsunuz. Gerçek katmanlı, kurgu yüzeysel... Yaklaşık 22 milyon nüfusu olan Romanya, Balkanlar'da yer alıyor. Olağanüstü güzel bir ülke. Başkent Bükreş dahil her yer yeşil. Çok katlı bina sayısı oldukça az. Gökyüzü göz hizanızda, dolayısıyla hep bir ferahlık hissediyorsunuz. AB üyesi olmasına rağmen fakir bir ülke. Fakirliği hissetmek mümkün. Mimari çok güzel, sardunya sanki milli çiçekleri gibi. Büyük şehirde de, küçük bir kasabada da her cam önü, her boşluk bir saksı sardunya ile doldurulmuş. Bana sorarsanız masalları, efsaneleri seven, masal gibi bir yer Romanya...
BÜKREŞ'İN TAKSİLERİ
Bükreş ülkenin en büyük ve en kalabalık şehri. Müzeler, eğlence mekanları, restoranlar... Bir turisti memnun edecek her şey var. Henüz naif bir şehir Bükreş tabir uygunsa bozulmamış. Bükreş, Romanya'nın en pahalı yeri. İki oda, bir salon dairenin aylık kirası 250 euro'dan başlıyor. Deneyimli bir doktorun maaşı ise sadece 350 euro. Şehirde hareket etmek oldukça kolay. Şehri boydan boya geçen dört ana hattı olan metro seyahat etmeyi kolaylaştırıyor. Küçük ama Bükreş'e yeten bir metro ağı bu. Bu nedenle taksiler oldukça ucuz. Fakat taksici her yerde taksici, dolandırılmamak için dikkatli olmalı. Rehberimiz Vlad'ın "Şehri bir baştan bir başa 4.5 euro'ya gidebilirsiniz" dedi. Bükreş'te suç oranı düşük görünüyor ama siz siz olun şehri gezerken dikkatli olun.
HEM YAZ HEM KIŞ GÜZELİ
Güzeller güzeli Sinai ve Baroşov Romanya'nın iki önemli şehri. Şehir deyince bildiğiniz büyük, kalabalık, gürültülü yerler gelmesin aklınıza. Bu iki yer de ormanların, dağların arasında sanki birer huzur vahası gibi. Sakin ama estetik mimari hakim. Evler bakımlı, sokaklar temiz. Düzenli ama sıkıcı değil. İnsanları sakin, kafeleri, restoranları doldurmuşlar, mutlu görünüyorlar. Her iki şehirde de kış turizmi yaygın, çok sayıda otel var. Bölgenin kayak merkezi desek yanlış olmaz. Yaz aylarında ise muhteşem doğa, temiz havası nedeniyle tam bir trekking merkezi haline geliyor.
BİR ŞAHESER: PELEŞ KALESİ
Romanya'nın ilk kralı bir Alman. Romenlere "Siz kendinizi yönetemezsiniz" deyip Carol'ı Romanya krallığına atamışlar. Fakat Carol Romenleri, Romenler de onu sevmiş. Carol yaz ayları için kendisine Peleş Kalesi'ni yaptırmaya karar vermiş. 1875 yılında yapımına başlanmış. Peleş Kalesi gerçekten bir sanat eseri. Ahşap işçiliği, yaldızlı tavanları gerçekten göreni etkiliyor. Adeta bir masal havası yaşatıyor. O nedenle siz boşverin Drakula'nın Şatosu'nu, Peleş'e hakkını verin. Zararlı çıkmazsınız. Bu arada Peleş'te fotoğraf çekmek için ekstra bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bu aşamayı atlamayın çünkü kalenin her noktasını fotoğraflamak isteyeceksiniz. Bu kalenin her odasının bir sorumlusu var. Ve nedense bu sorumluların tamamı kadın ve hepsi çok sert. Eğer fotoğraf çekmek için ekstra ücret ödemediyseniz, göz açtırmıyorlar, benden söylemesi.
ROMEN Mİ ROMAN MI?
Romanya nüfusu, Romen, Roman, Alman ve bir miktar Polonyalı'dan oluşuyor. Fakat Romenlerin büyük bir sıkıntısı var. Tüm dünya Romenlerle Romanları yani Çingeneleri karıştırıyor. Rehberimiz Vlad ve babası Marian sık sık Romenlerle Romanların farklı olduklarının altını çiziyorlar.
FATİH'İN KAN KARDEŞİ KAZIKLI VOYVODA
Vlad Tepeş yani Kazıklı Voyvoda gerçekten ürkütücü bir tarihi şahsiyet. Zalimliğiyle bilinen Vlad Tepeş, Bram Stroker'a ilham kaynağı olmuş ve Stroker Dracula karakterini Vlad Tepeş'ten esinlenerek yaratmış. Kurguyu bırakıp, gerçeklere bakarsak karşımıza ilginç bir karakter çıkıyor. Vlad henüz 11 yaşındayken, kardeşi ile birlikte babası tarafından Osmanlı'ya rehin olarak verilir. Sultan Murat ileride Eflak Valisi olacağı için küçük Vlad'ın eksiksiz bir eğitim almasını sağlar ve oğlu Mehmet'le birlikte yetiştirir. Vlad, Mehmet'ten bir yaş küçüktür. Mehmet İstanbul'u alarak Fatih Sultan Mehmet olurken, Vlad da yaşadığı yılların etkisiyle kötüleştikçe kötüleşip Kazıklı Voyvoda olur. 1456 yılında 17 yaşındayken Eflak ve Boğdan'a Sultan Mehmet tarafından Voyvoda olarak atanır. Kısa sürede sert uygulamalarıyla öne çıkar Vlad Tepeş. Mesela tüm hırsız ve yankesicileri bir araya toplar, onlar için büyük bir yemek düzenler ve sonunda hepsini ateşe vererek yakar. Böylece toplumun temizlendiğini düşünür. Onun döneminde bu tür suçlar en aza iner. Öyle ki yolda elmas görse bile kimse elini süremez. Vlad gerçekten acımasız biridir. Hakkında anlatılan hikayeleri dinlemeye insanın içi dayanmıyor. Vlad, kanı dökmeyi, üstelik bunu işkenceyle yapmayı seviyor. İnsanları kazığa geçirerek öldürüyor. Bazen iki gün kazığa geçirilmiş halde ölümü bekleyenler oluyor. Vlad'ın yaptığı zulümleri haber alan Fatih Sultan Mehmet ordusuyla birlikte yola çıkıyor. Kardeş gibi bildiği Vlad'ın yaptıklarına bir anlam veremiyor. Fatih'in yola çıktığını öğrenen Vlad, yolda bulunan tüm su kaynaklarını zehirliyor, tüm tarlaları ateşe veriyor. Hatta cüzzamlı, vebalı kişileri Türklere hastalık bulaştırsınlar diye ikna ediyor. Bu da yetmiyor, ele geçirdiği Osmanlı askerlerini ve 20 bin civarındaki Osmanlı tebasını kadın, erkek, çocuk ayırmadan kazığa geçirerek öldürüyor. Fatih ve ordusu bu manzarayla karşılaştığından gerçekten bir moral bozukluğu yaşıyorlar. Fakat yıllar sonra da olsa Vlad Osmanlı askerleri tarafından yakalanıp, başı kesilerek öldürülüyor. Dünya Kazıklı Voyvoda'yı bir zalim olarak görse de Romenler onun kahraman olduğunu düşünüyor. Fakat Kazıklı Voyvoda'nın romen kültürüne yaptığı katkı tartışılmaz. Drakula Şatosu olarak turizme açılan kale tamamen turistik bir aksesuvar. Fakat dünyanın dört bir köşesinden gelenler bu şatoyu gezmek ve Vlad'ın şiddetine az da olsa şahit olmak istiyorlar. Görünen o ki şiddettin her zaman bir alıcısı var.
ÇAVUŞESKU'NUN ROMANYASI
Komünist lider Çavuşesku önemli bir siyasi figür Romanya için. 22 Mart 1965-22 Aralık 1989 tarihleri arasında Romanya'yı komünizmle yönetti. Bir halk isyanıyla yönetimden indirildi. Karısı Elana ile birlikte kurşuna dizilerek neredeyse tüm dünyanın gözü önünde öldürüldü. Enteresan bir lidermiş Çavuşesku. Her ne kadar adil paylaşımdan söz etse de ihtişamı seviyormuş. Mesela Paris'teki Champs Elysees'e benzeyen bir cadde yaptırıyor ama diyor ki "Bizim ki bir metre daha geniş olsun". Öyle yapılıyor bu cadde. Bir de aynı Paris'tekini andıran bir Zafer Takı yaptırıyor. Her yerde vardır bir küçük Paris ama Bükreş bu tanımı tam anlamıyla hak ediyor. Bükreş'e sadece Romanya'nın malzemeleriyle yaptırdığı saray da iddialı. Bina günümüzde parlamento binası olarak kullanılıyor. Bükreş'te bulunan saraya halk hâlâ Halkın Evi diyor. 1100 odası bulunan saray dördü yeraltında olmak üzere 12 kattan oluşuyor. Normalde sekiz yeraltı katı planlanmış ama Çavuşesku'dan sonra iptal edilmiş. İlginç bir yapı bu, epey ihtişamlı, avizeler, ahşap işlemeler... Sarayı gezerken rehberimiz Vlad bize ilginç gelen bir ayrıntıyı anlatıyor. Saray tamamen doğal bir şekilde havalanıyormuş. Çünkü Çavuşesku dahil tüm Romenler rüzgardan, esintiden hasta oluruz diye korkarmış. Sarayda halen parlamento çalıştığı için bazı bölümleri görmek mümkün değil. Her adımdan yanınızda bir görevli oluyor. Sarayı gezmek için yaklaşık 4.5 euro ödemeniz gerekiyor.
AV ETİNE DÜŞKÜNLER
Romanya mutfağı bize çok da uzak değil. Bu mutfağın başrolünde et var. Özellikle av etleri çok seviliyor. Sülün, geyik.... İyi restoranlar neredeyse dekorasyonundan, menülerine kadar birbirlerine benziyor. Vazgeçilmez dekorasyon ögesi ise av hayvanlarının postları... Her restoranda bir ya da birkaç ayı postuna rastlamak işten bile değil. Etlerle birlikte salata ve turşu ise sofraların vazgeçilmezleri. Çorba neredeyse her öğünde baş tacı. Etli, sebzeli çeşitleri yapılıyor. Çorba kültürü Osmanlı'dan geçmiş. Bir de yerel peynirlerle hazırlanan ve soğan eşliğinde önden servis edilen peynir tabakları var. Elma strudel ve papanasi ise en çok rastlayacağınız tatlılar. Eğer giderseniz siz de fark edeceksiniz, Romanya'nın suyu çok lezzetli. İnsan içmelere doyamıyor.