Türkiye yaz sıcağında kavrulurken, temmuzda kışı yaşayan Avustralya'daydım... 24 saatlik yolculuğun ardından yazdan kışa geçince iki günde ancak kendimize geldik. En popüler kent olduğu için çoğu kişi tarafından ülkenin başkenti sanılan Sidney'de dolu dolu bir üç hafta geçirdim. Ülkeye, daha doğrusu kıtaya ayak basar basmaz beni en çok etkileyen; Çinliden Hintliye, Türk'ten Arab'a, Yunan'dan İngiliz'e, Afrikalıdan Lübnanlıya kadar dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerin büyük bir turist kafilesi gibi hep birlikte uyum içinde yaşadığı kentteki huzur oldu. Kentin tam kalbinde büyük bir devinim hakim olsa da, sizi rahatsız edecek hiçbir gürültü yok. Bu kentin araçlarında acaba korna yok mu diye sorduk sık sık... Bu huzur ülkesinde Sidney'in büyüsü beni çok mu etkiledi bilmem ama sanki ay da bulutlar da elinizi uzatsanız dokunacakmışsınız gibi çok daha yakın geldi bana...
HAVAİ FİŞEKLER NEREDE?
Sidneylilerin en çok tercih ettiği ulaşım aracı olan iki katlı trenlere binip soluğu hemen şehir merkezinde aldık. Her yıl beş milyona yakın kişinin ziyaret ettiği Sydney Opera House bizim de ilk durağımız oldu. O anda zaman durdu ve ekranlara yansıyan görkemli yılbaşı kutlamaları geldi gözümün önüne. Birazdan bir yelkenliyi andıran o benzersiz çatıdan havai fişekler yükselecekmiş gibiydi. Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki bina Danimarkalı ünlü mimar Jorn Utzon imzasını taşıyor. Bir görünüp bir kaybolan güneş, 1 milyon 56 adet beyaz seramik fayansla bezenmiş çatıyı adeta bir ayna gibi parlatıyor. İçeriye gruplar halinde giriliyor. Beş tiyatro salonunun yer aldığı binada herhangi bir gösteriyi izlemeniz için aylar öncesinden bilet almanız gerekiyor.
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN!
Bu arada yağmur yerini güneşe bırakıyor ve Opera House'un hemen arkasında uzayıp giden Royal Botanic Garden üzerinde beliren gökkuşağı bizi kendisine doğru çekiyor. Öğreniyoruz ki içinde Güney Pasifik'e özgü rengarenk bitkileri barındıran park bu yıl 200'üncü yaşını kutlamış. Tüm Sidneyliler ilk ağacın 1816'da dikildiği parkın doğum günü kutlamalarına katılmış. Parkın girişinde yer alan çiçeklerle bezenmiş 200 yazısı fotoğraf çektirmek isteyenlere güzel bir fon sunuyor. Şehrin içinde nefes almak isteyenlere muhteşem bir alternatif sunan parktaki ağaçlar o kadar sık ve büyük ki, bir yağıp bir duran yağmurda doğal şemsiye görevi görüyorlar. Tatilimizin bir başka gününde Harbour Bridge'e doğru yürürken adanın gerçek sahipleri Aborijinlerle karşılaşıyoruz. Uzun ve odundan yapılmış bir çeşit kaval olan didgeridoo ve birbirine vurulan iki çubukla yapılan yerel müziğe kulak vererek ilerlemeyi sürdürüyoruz.
KOLAYSA ÇIK VE TIRMAN
Harbour Köprüsü kentin merkeziyle kuzey bölgesini birbirine bağlıyor. Tren, araç ve bisiklet trafiğine açık köprüden yayalar da geçebiliyor. 134 metrelik köprüye tırmanmak da mümkün. Ancak Sydney'i ziyaret eden pek çok ünlünün yaptığı gibi köprüye tırmanıp kenti kuşbakışı görmek için küçük bir serveti gözden çıkarmanız gerekiyor. Köprüde yürümek ise kentin kalbini, Opera House'u ve okyanusa açılan maviliği ayrı bir açıdan izleme imkanı veriyor. Harbour Bridge'e çıkarken es geçilmemesi gereken noktalardan biri de The Rocks olarak adlandırılan bölge. Burası ülkenin doğum yeri olarak tanımlanıyor. 1788'de Kaptan Arthur Phillip burada ilk beyaz yerleşim alanını kurmuş. Küçük müzeleri ziyaret ederek o döneme dair bilgilere ulaşabiliyorsunuz. Aynı üçgen içinde yer alan ve ziyaret edilmesi gereken bir başka nokta ise Sidney Tower. Gözlem kulesi 309 metre yüksekliğinde. Kenti ayaklarınızın altına seren kule, Güney Yarımküre'nin ikinci yüksek kulesi.
Avustralya'nın en büyük kanyonu Blue Mountains, Katoomba'da yer alıyor. Sidney'den 1.5 saatlik bir yolculuğun ardından varılıyor bu büyülü kanyona. Seyir terasına ulaştığınızda göz alabildiğine uzanan muhteşem bir yeşil deniz karşılıyor sizi. Ama öylesine ilginçtir ki, yemyeşil ormanın ufukla birleştiği nokta masmavi bir denizi andırıyor. O zaman bin kilometrelik alana yayılan büyülü ormana neden Blue Mountains (Mavi Dağlar) dendiğini anlıyorsunuz. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan dağda okaliptüs ormanlarının içinden geçip Three Sisters'a ulaşıyoruz. Yan yana duran üç devasa kayaya iniş de mümkün. Biraz yoruluyorsunuz ama rüzgar erozyonu ile oluşmuş kayanın üzerine çıkınca dünyanın balkonuna çıkmış gibi hissediyorsunuz kendinizi... Avustralya yerlileri Aborijin efsanesine göre Katoomba kabilesinden üç kız kardeş, komşu kabileden üç gence aşık oluyor. Ama gelenekler gereği evlenemiyorlar. Savaş başlıyor ve iyi kalpli bir büyücü kız kardeşleri korumak için onları taşa çeviriyor. Büyücü hayatını kaybedince kız kardeşler de şimdilerde Meehni (922 m), Wimlah (918 m) ve Gunnedoo (906 m) adı verilen üç kaya olarak kalıyor.
GÜNDÜZ GİDİN
Darling Harbour da mutlaka görülmesi gereken noktalarından. Burası kentin en gözde eğlence durağı... Sidney Akvaryumu, Wild Life Sydney Zoo, Madame Tussauds Müzesi'nin de içinde bulunduğu limanı gündüz geziyoruz. Akvaryumdaki köpek balıkları, hayvanat bahçesindeki kanguru ve koalalar gezinin en ilgi çeken unsurları. Londra'daki Madame Tussauds Müzesi'nin benzeri olan müzede ise şekilden şekle giriyoruz. Çocuklar için en eğlenceli adreslerden biri de Taronga Zoo. Burada ülkenin simgesi kanguruları, miskin miskin ağaçlarda yaprakları kemiren koalaları görmeniz mümkün. Şanslıysanız goril ailesinin bir gününe ve fokların dansına da tanıklık edebilirsiniz. Hayvanat bahçesinden rıhtıma inerken kullanılan teleferik ise yine muhteşem bir Sidney manzarası sunuyor.
HAYALİMDEKİ KASABA
Kış olsa da Sidney'e gelmişken o muhteşem plajlara gitmeden olmaz. İstikamet Wollongong... Burası kaçıp gitmeyi düşlediğimiz küçük Ege kasabalarının kopyası gibi... Tepedeki yeşilliğin üzerine kondurulmuş fener denizcilere yol gösterse de bizi de büyüleyerek kendisine doğru çekiyor. Öylesine albenili bir yeşil alan ki, arabanın bagajındaki topu alıp oynamaya başlıyoruz. Avustralyalılar çok rahat. Kış ortasında çocuğunu denize sokan Türk anne görmedim, ama sahile indiğimizde denize giren miniklerle karşılaşıyoruz... Onca yolu kat edip Pasifik'e girmemek olmaz.
PASİFİK'İN KIYISINDA
Avustralyalılar kadar cesur olmasak da kış ortasında en azından okyanus kıyısında sularda çıplak ayak yürümenin keyfini çıkarıyoruz. Her kıyı kasabasında olduğu gibi burada da sahil şeridinde balıkçılar var. Biz de bir İngiliz geleneği olarak Avustralya'da da yerleşen ve ana yemek olan fish&cips tercih ediyoruz. Biraz daha ilerleyip meşhur Thirroul Beach'e uzanıyoruz. Kısmette gün batarken sörfçüleri izlemek de varmış. "Aaa düştü, bu da düştü, bak bak bak oradaki dalgayı yakaladı" diyerek okyanusun kıyısında esen sert rüzgara aldırış etmeden sörfçülere dalıp gidiyoruz... Sidney'in büyüsü ile biz de kentte adeta sörf yaparken mutlaka yaşanabilecek bir yer olarak kalbimizde saklıyoruz.
AMAN SAVAŞ ÇIKMASIN!
Avustralya'nın başkenti Canberra'yı da unutmuyoruz. Sidney'e 260 kilometre uzaklıktaki kent yaklaşık 300 bin kişilik nüfusuyla küçük bir Anadolu şehrini andırıyor. Başkente girdiğinizde sokaklar öyle boş ve sakin ki, "Herhalde daha şehrin merkezine varmadık" diye düşünüyoruz. Canberra'nın başkent olmasının kısa öyküsünü de şöyle öğreniyoruz; 1900'lü yılların başında Sydney ile Melbourn kentleri Avustralya'nın başkenti olmak için savaşacak noktaya gelir. Bunun önüne geçmek isteyen adayı yöneten İngiliz Kraliyet ailesi dönemin Amerikalı ünlü bir mimarını görevlendirerek Avustralya'ya iki kent arasında bir başkent tasarlamasını söyler. Mimar da kentin ortasında devasa bir suni göl ile birlikte adeta ormanın içine gizlenmiş Canberra kentini oluşturur.
CANBERRA'DAKİ GELİBOLU
Savaş müzesi, Canberra'nın en önemli turistik yeri. Burada birinci ve ikinci dünya savaşlarında Anzakların bulundukları cephelerdeki mücadeleleri anlatılıyor. Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale cephesine de yer verilmiş. Müzenin bahçesinin önünde yer alan Türk anıtında ise Atatürk'ün büstü dalgalanan Türk Bayrağı'nın gölgesinde bizi çağırır gibiydi. Buradaki anıtta Türk askerinin Gelibolu'da vatanını korumak için kahramanca savaştığı vurgulanıyor...