Şehirlerin
mevsimleri vardır, bir de mevsimlerin şehirleri... Mevsimlerden sonbahar ve sonbaharın en güzel yaşandığı yerlerden birinde; Güney Fransa'nın küçücük bir yerleşim bölgesi olan Eze'deyim... Aslında konakladığımız yer Monte Carlo... Hava muhteşem. İstanbul'dan yola çıkarken, Avrupa'nın soğuğu fena yapar düşüncesiyle yanımıza paltolarımızı, kaşkollarımızı, yün kazaklarımızı almışız. Ama yanılmışız. Hava 20 derecenin üzerinde... Gökyüzünde tek bir bulut yok. Kendimize tişörtler alıp havaya uyum sağlıyoruz. Sonra ver elini sokaklar... Tarkan konseri için gittiğimiz Monaco Türklerle dolu. Yaz mevsimi sona erdiği için fazla turist yok. Meşhur Cafe de Paris'de her masa tanıdık. Kalenin olduğu bölgeye gidiyor, Saint Nicholas katedraline giriyor, Prenses Grace ve Prens Rainer'ın mezarlarını ziyaret ediyoruz. Sonra kafelerde küçük molalar... Ve dönüş. Yürüyelim diyoruz... Sağ tarafımızda Akdeniz masmavi uzanıyor. Her yer yeşil, çiçek... Ama en çok sonbahar renkleri... 5 kilometrelik bir yürüyüşün ardından yeniden merkeze dönüyoruz ama hızımız kesilecek gibi değil. "Haydi Eze'ye gidelim" diyoruz. Taksiyle 20 dakika... En son geçen ilkbaharda gitmiştim Eze'ye... Adım attığım taşların, merdivenlerin üzerinde ayak izlerim hala duruyormuş hissine kapılıyorum. İlk durağımız köyün en popüler restoranı Chevre d'or... Müthiş bahçelerden geçip restoranın yaz bahçesinde, Saint Jean Cap Ferrat'nın muhteşem manzarası karşısında masalarımıza oturuyoruz. Sadece atmosfer bile insanın ruhunu değiştiriyor, hafifliyorsunuz... Deniz seviyesinden 429 metre yükseklikte kurulmuş bu Orta Çağ kasabasında (kalenin içi) şu anda 60-70 kişi yaşıyor. Toplam nüfus ise 2 bin civarında.
TABLO GİBİ MANZARA
Yemekten sonra küçük turumuz başlıyor. Her birini daha önce fotoğrafladığım evleri bir kez daha fotoğraflıyorum. Bu kez değişen tek bir şey var; o da çiçeklerin rengi... Yapraklar kızarmış, sarmaşıklar evleri sarmış. Eze bu kez kırmızı olmuş sanki. Küçük butiklere, galerilere giriyorum. Basmaklarda oturup küçük molalar veriyorum. İnsanlar küçücük masalarda dünyanın en leziz yemeklerini tadıyorlar. En tepeye çıktığımızda müthiş botanik bahçesine giriyor ve bu kartal yuvasından Akdeniz'in mavisiyle bir kez daha kucaklaşıyoruz. Aşağıya doğru inerken sık sık basamaklarda oturup etrafımı izliyorum. Evlerin içindeki yaşamı merak ederim böyle yerlerde en çok. Camlarda gölgeler arıyorum. Sonra bir kadın çıkıyor evinden... Kapısını kilitlerken gülümsüyor. "Çok şanslısınız" diyorum. "Evet öyle" diyor, "Başka hiçbir yerde yaşamayı düşünmedim." Kalenin girişindeki o muhteşem evin önünde bir fotoğraf daha çektiriyorum. Meydana inerken küçük dükkanlara girip sabun, lavanta alıyorum. Ağaçlardan dökülmüş kozalaklardan birkaç tane alıp çantama koyuyorum. Ve bir ressamın fırçasından çıkmış gibi duran Eze'yi ardımda bırakarak yeniden Monaco'ya dönüyorum...