Biz T.C. sakinleri, yürümeye çok düşkün bir millet değiliz. Arabayı bile gideceğimiz yerin en dibine kadar sokmak isteriz. İstanbul trafiğinde telef olma pahasına, akıl sağlığından şüphe uyandırma uğruna, Kadıköy'den Karaköy'e, Üsküdar'dan Beşiktaş'a otomobille gidenlerimiz vardır.
Hani dip köşe keşfi? Yok!
Yıllardır yaşadığımız şehirde, günlük hay huy arasında, hadi o bellediği alışkanlıklardan kolay sıyrılamıyor insan diyelim... Peki yabancı bir şehre gittiğimizde de mi yürümüyoruz? Hani dip köşe keşfi için? Lastik ayakkabıları çekip? Tur otobüslerinin giremediği, kiralık arabaların sığamadığı yerlere doğru? Oralılar gibi? Şehrin ruhunu hissetmek için? Aheste aheste? Yok. Yürümüyormuşuz. Seyahat arama sitesi momondo bir araştırma yapmış. Ortaya çıkan şu: Bizimkiler tatilde de adım atmaya üşeniyor, arabadan vazgeçemiyor. Dünya genelinde turistlerin tercihi şehri yaya gezmekken, Türkler yürümeyi en az sevenler arasında çıkıyormuş. Bizim millet araba kiralamaktan ya da taksiyle gezmekten vazgeçmiyormuş. Yürümeye olmadığı gibi toplu taşımaya da rağbet yok anlayacağınız.
Kiralık mı, taksi mi?
Eş dostla tatil hikâyesi değiş tokuşundan az çok biliyoruz zaten: Çoğunlukla araba kiralanıyor. Araba, daha hedefe varmadan, aynen otel rezervasyonu gibi önceden ayarlanıyor. Modeli pek mühim değil: Aman, ayağımızı yerden kessin de! Herkesin nedense ödü kopuyor, ayakları yerden kesilmeyecek diye... Direksiyon güven ve özgürlük hissi veriyor çoğu kişiye... Bir de taksiciler var; taksi müptelaları. Sağlam bütçelere ve mutlaka çentik atmaları gereken listelere sahip onlar. Buna karşılık az sayıda güne... Minimum vakitte maksimum yer görmeli; harita çözmekle, yol bulmakla zaman kaybetmeden hızlı hareket etmeli, seri olmalılar... Ardına 'please, bitte, s'il vous plait' katılan herhangi bir adres söylendi mi, tamamdır. Bu nokta atışlarıyla 'Ölmeden önce gitmeniz gereken bin yer' listelerini bir ömre sığdırma ihtimali bile var!
Sondan ikinciyiz!
Yine momondo'nun araştırmasına dönersek... Şehri yürüyerek gezen turistler içinde en yukarıda İsveçliler yer alıyor. Net oran isteyene: Yüzde 79. Onları Finlandiyalılar ile Portekizliler izliyor. Yüzde 78 ile. Türkler ise Çinliler'in ardından sondan ikinci sırada. Yüzde 56 ile. Yürümemek yetmezmiş gibi, diğer turistlerin aksine, metrodan da pek hoşlanmıyor bizim millet. İtalyanların yüzde 46'sı yabancı şehri metroyla gezerken, bizimkiler yüzde 18'le bu kategoride de sondan üçüncü. Gittiğimiz kenti arabayla gezme sevdamız, hımbıl ABD'lilerden sonra ikinci sırada. Onların yüzde 49'u bir şehri en çok arabayla turlamayı seviyor, bizimse yüzde 38'imiz. Çinlilerse ensemizdeler: Yüzde 37. Bütçemizin elverdiği oranda taksi konforunu da seviyoruz. Yüzde 12'yle birinci olan Çinlilerin peşinden ABD ile ikinciliği paylaşıyoruz.
Rehberli tur sevgisi
Kolaycılığa kaçan yanımızın ortaya çıkması sürpriz olmasa gerek: Rehberli turla gidilmişse, bulunduğumuz yeri tanımaya gayet meraklı olduğumuz anlaşılıyor bu araştırmadan. İlk sırada Ruslar geliyor yüzde 47'yle, ikincilikse yüzde 43'le bizim. Şehrin sağı solu, kuzeyi güneyi, orası neresi hakkında fevkalade faydalı 'Hop on hop off' otobüslere ilgi gösterme konusundaysa Çinliler açık ara önde. Almanlar ile Ruslar takipte, bizim ise adımız bile geçmiyor. Bu durumda biraz İsveçli, biraz İtalyan, biraz da Çinli oluyorum galiba! Aşina olmadığınız bir yerdeyseniz, etrafı ölçüp tartıp anlamak için ilk başta turist otobüsüne binmek çok faydalı iş bir kere, o açıdan Çinliyim. Sonrasında en oralı olma fırsatı yaşatan, elbette ki toplu taşıma. Metro, tren, otobüs... Üstelik de en ekonomik yoldan... İtalyanlığım buradan... Ama en benzersiz deneyim, daima yürümek. Kuytulara girmek, çıkmak, kaybolmak... Nasıl desem... İsveçliyim ezelden!