Fransa'nın
başkenti Paris içinden nehir geçen bir şehir. Seine Nehri'nin güzelliğine güzellik kattığı şehir her yıl milyonlarca turisti ağırlıyor. Mimari yapısı ve tarihi dokusuyla büyülüyor, lezzetleri ve modasıyla trendlere öncülük yapıyor. Kalabalık bir şehir ama sizi yutmuyor. Geniş caddelerinde bunalmadan rahat rahat gezebiliyorsunuz. Zaten toplu taşımanın da büyük bir bölümü yer altından metro ile gerçekleştiriliyor. Ayrıca Fransızlar gayet kibar ve yardımseverler. Birkaç Fransızca sözcük bilmeniz daha sıcak bir iletişim kurmanızı sağlıyor. Paris'e kısa süreli bir seyahat planladıysanız öncelikle görmeniz gereken yerler şu şekilde sıralanıyor:
Dünyaca ünlü bir mutfak
Fransızlar sabah kahvaltısında genelde kruvasan, kahve ve portakal suyu yiyor. Öğle yemeğini Pizza Pino'da yedik. Ferah bir atmosfere sahip restoranın menüsü pizza ve makarna ağırlıklı. Çeşit bol olduğu için damak zevkinize göre yemek bulmanız çok kolay. Vejetaryen pizza harikaydı. Akşam yemeği adresimiz Le Relais de I'Entrecote oldu. Burası Paris'en en ünlü restoranlarından biri. İçeriye öyle elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz. Genellikle restoranın önünde uzun bir kuyruk sizi karşılıyor. Bizim gittiğimiz şube 19.00'da açıldığı için içeriye ilk giren bizdik. İlk olarak dikkatimi hoş görünümlü kadın garsonlar çekti. Burada sadece belli yaş aralıklarında kadın garsonlar çalışıyor. Adisyon kullanılmıyor. Siparişiniz oturduğunuz masaya yazılıyor. Ana yemek olarak antrikot yiyebiliyorsunuz. Et, salatanın ardından muhteşem bir sos ve patates eşliğinde geliyor. Mutlaka uğrayın.
1.
Eyfel Kulesi:
Metro kullanarak rahatlıkla ulaşabileceğiniz Eyfel Kulesi'ne çıkmanın iki yolu var. Merdiven ya da asansör. Yorgunsanız asansörü kullanabilirsiniz. Tabii her güzel şeyin olduğu gibi Eyfel'e çıkmanın da bir bedeli var. Uzun bir kuyruğa girip yaklaşık bir saat sıra bekledik. Sıra bize geldiğinde asansöre bindik ve tepedeki seyir terasına çıktık. Ve işte tüm Paris ayaklarımızın altındaydı. İnci gibi dizilmiş şehre yukarıdan bakmak inanılmaz heyecan verici ve büyüleyici. İlk çıktığımız kat ortada bulunuyordu. Ekstra 4 euro daha vererek en üst kata çıkabileceğimizi öğrendik. Durur muyuz? Tabii bir yandan da "Arada ne kadar fark olabilir ki?" diye düşünmeden de edemiyorduk. Üst kata vardığımız anda alt katın pabucu dama atılmıştı. Paris tam anlamıyla ayaklarımızın altındaydı. Tabii tüm bu anlattıklarım yaklaşık beş-altı saat sürdü. Bu arada katlara inerken ve çıkarken de sıra bekliyorsunuz ve içerisi çok kalabalık. Eyfel'den indikten sonra biraz çimlere uzanalım dedik ve İstanbul'da alışık olduğumuz bir manzara ile karşılaştık. Seyyar satıcılar etrafımızı sardı. Pazarlık yaparken ısrarcı olun. Sonunda hediyelik eşyaları istediğiniz fiyata alabiliyorsunuz.
2.
Notre Dame Katedrali:
Bu katedralde eskiden kral ve kraliçenin taç giyme törenleri gerçekleştirilirmiş. Bu yapının ismini dünyaya duyurmasındaki diğer en büyük rollerden biri ise Victor Hugo'nun
Notre Dame'ın Kamburu romanı. Bu ihtişamlı yapıyı mutlaka görün.
3.
Champs-Elysees:
Hakkında şarkılar yazılan Champs-Elysees geniş bir cadde. Bizdeki Bağdat Caddesi'ni anımsatıyor. Dünyaca ünlü moda markalarının dev mağazaları burada yan yana sıralanmış.
4.
Louvre Müzesi:
Dünyanın en büyük müzelerinden birisi olan Louvre Müzesi Osmanlı, Mısır, Yunan, Uzakdoğu ve Avrupa sanat tarihine ait yaklaşık 35 bin esere sahip. Buraya girdiğiniz zaman kolay kolay çıkamıyorsunuz. Bir günde tamamını gezmek imkansız.
5.
Sacre Coeur Bazilikası:
1914'te yapımı biten Sacre Coeur Bazilikası'nı yılda 10 milyon turist ziyaret ediyor. Fransa-Prusya savaşında ölen Fransızların anısına yapıldığı söyleniyor. Ressamlar yüksek rakımda bulunan bu kiliseye gelerek ilham alıp resim yapıyorlar.