Eflak
ve Boğdan'ı tarih derslerinden öğrenmişizdir ama "Burası neresidir?" diye sorulduğunda bilen insan sayısı çok azdır. Bu bölgenin tarihi çok eskilere uzanır ama tarih sahnesinde bir rol kapması Osmanlı devrinde olmuştur. Eflak, Boğdan ve Erdel bölgesi bugünkü Romanya ve Moldava sınırları içinde yer alır, bir bölümü de Macaristan ve Avusturya'ya kadar uzanır. Güzel bir memlekettir. Karpatların uzantısı olan Transilvanya Alpleri'ni içine alır. Bu dağ silsilesi 250 kilometre boyunca uzanır. Derin vadileri, gürül gürül akan şelaleleri, verimli ovaları, lezzetli suları, dünya güzeli gölleri vardır bu bölgenin. Bu yüzden tarih boyunca çok göz diken olmuştur topraklarına. Avusturyalılar, Macarlar, zaman zaman Ruslar ve Almanlar burayı ele geçirmek için yüzyıllar boyu savaşmışlar ama bu topraklar asırlarca Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. Bu hakimiyet Fatih Sultan Mehmed zamanında başlayıp 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar sürmüş ve Osmanlı beş asır sonra bu topraklardan çekilmek zorunda kalmıştı. Bu bölge tarih boyunca kanlı ve de vahşi savaşlara sahne oldu. Bunların en şanlı ve kanlı olanı 1459 ile 1462 yılları arasında Fatih ile 3. Vlad'ın orduları arasında yaşanan savaştı. Daha önce Osmanlılar'a yenilen Vlad'ın babası, oğlunu rehine olarak vermişti. İki yıl Edirne'de tutsak kalan Vlad, Osmanlı'nın Eflak bölgesindeki valisi olarak görevlendirilince serbest bırakılmıştı. Fakat 2. Kosova Savaşı sonrası Vlad Osmanlı'yı satmış ve Macarlar'ın tarafına geçmişti. Fakat bu aşamadan sonra Vlad, satış olayını kendine bir iş edinmiş, Macarları da arkadan vurmuş, sonra kendisine destek veren yerli boyarları yani asilzadeleri de satışa getirmişti. Boyarlar içinde Osmanlı'ya destek verenlerin şatolarını bir gece ordularıyla basıp hepsini esir almış, boyunlarına halkalar takarak kasaba kasaba dolaştırmış, sonra da hepsini yağlı kazığa oturtmuştu. Yağlı kazık markasını önce soylu soydaşlarında deneyen Vlad, daha sonra savaşta esir aldığı 20 bin yeniçeriyi de aynı tip kazıklara oturtmuştu. Bu yüzden adı Kazıklı Voyvoda'ya çıkmıştı. Ondan sonra da Vlad Tepeş olarak anılmaya başlandı. Eski Romanya'da yerel krallara voyvoda deniliyordu. Osmanlılarda bölgeyi hep Hristiyan valilerle yönetmiş ve bunlara aynı ismi vermişti.
KAZIKLI VOYVODA'NIN MEMLEKETİ
Rivayete göre Kazıklı Voyvoda kazığa oturttuğu kişilerin kanlarını fıçılara doldurur ve yemek sırasında bu kanları afiyetle içermiş. Neticede Fatih ordusunun başına geçip bu gözü dönmüş vahşiye karşı bir sefer düzenlemiş ve onu yenmiş. Bu savaş ve vahşetin destanı yüzlerce yıl anlatıldı ve zamanla unutulmaya yüz tuttu. Yazar Bram Stoker, 1897'de
Kont Drakula isimli bir kitap yazınca geçmişin hatıraları yeniden canlandı. Defalarca filme alınan ve çeşitli dillerde binlerce baskısı yapılan bu kitapta Vlad bir vampir olarak tarif ediliyor. Bu hafta yolculuk yapacağımız yer vampir efsanelerin baba ocağı olarak kabul edilen korkunç ama dünya güzeli bir memleket. Transilvanya dünyanın dört bir tarafından Ortaçağ tarihine ve mimarisine meraklı olanların akınına uğruyor. Kuzey Karpatların eteklerinde yolculuklar yapılıyor, şatolar ziyaret ediliyor, bir çivisine bile dokunulmadan günümüze kadar olduğu gibi korunmuş olan eski köy, kasaba ve şehirlere gidiliyor. İlk ziyaret edilen yer de haliyle Drakula'nın Şatosu olarak ünlenen kale. Burası hem eski voyvodaların ikametgahı hem de bir askeri garnizon. Zamanında milyonlarca tüccarın uğrak yeri olan bir dağ geçidinde kurulmuş ve zaman zaman da gümrük olarak kullanılmış. Kuruluş tarihi 1212 yılına kadar gidiyor. İlk olarak Töton Şövalyeleri tarafından ahşap olarak inşa ediliyor. 1242 Moğollar bu kaleyi işgal edip ateşe veriyor. 1377'de yakınlarda yer alan Braşov Saksonları tarafından şimdiki haliyle taştan yeniden ayağa kaldırılıyor. Sarp ve ulaşılması zor bir kale burası. Defalarca kuşatılıyor ve kanlı savaşlara sahne oluyor. Drakula'nın yani Vlad Tepeş'in de buradan geçtiği biliniyor ama ikamet edip etmediği kesinlik kazanmamış. Olağanüstü güzellikte heybetli bir yer burası. Ortaçağ şatolarının atası olarak kabul ediliyor. Osmanlı burayı gümrük noktası olarak kullanmış ve Voyvodalara ikametgah olarak tahsis etmiş. 1920'de Romanya Krallığı'nın da resmi konutu olmuş. 1948 yılında sosyalist hükümet tarafından devletleştirilmiş. 2005'te devletleştirilen mülklerin eski sahiplerine iadesi kararı alınmış. Bu tarihten dört yıl kadar sonra bu dev şato, mirasçıları olan Arşidük Domonic'e ve kız kardeşleri Maria-Magdalena Holzhausen ile Elisabet Sandhofer'a verilmiş. Ve restorasyon sonrasında Romanya'nın ilk özel müzesi olarak insanlığa kapılarını yeniden açmış.
AH GÜZEL BRAŞOV
Yolculuğun bundan sonraki durağı tarihi Braşov kenti. Buraya ilk kez 1993 yılında gitmiştim. O sırada eski sosyalist rejim yıkılıyordu ve ülkede yer yer çatışmalar yaşanıyordu. Dört yıl kadar önce Çavuşesku rejimi yıkılmış ama yeni yönetim ülkeye tam olarak hakim olamamıştı. Ama bu karışıklık içinde bile çok güzeldi Braşov. Zaten tarihi boyunca da hep kaosların ortasında varlığını sürdürmüş olduğu için o sırada yaşanan olaylardan da pek etkilenmemişti. Çünkü bu şehir Romanya'nın kültür merkezi gibi. Ülkenin köklü aileleri ve entelektüel burjuvaları burada yaşıyor. Kentlerini tutkuyla seviyor bu insanlar ve göz bebekleri gibi de koruyorlar. Bu yüzden gezginler arasında "Eğer Braşov'u görmemişseniz Ortaçağ konusunda cahilsinizdir" diye bir söz vardır.
MASAL DİYARI SİBİU
Bir yeri ilk kez gezenler genellikle bir seyahat acentesiyle yola çıkarlar. Bu daha sonraki yolculuklara bir hazırlıktır. Ama sadece seyahat acentesi değil size bu yolculukta öncülük eden rehber de çok önemlidir. Balkanları ve özellikle de Transilvanya bölgesini memleketimizde en iyi bilen rehberlerden biri de Yelda Baler'dir. Bu rehberimiz çok okumuş yurttaşlarımızdan biri... İstanbul Üniversitesi'nde fizik, Boğaziçi Üniversitesi'nde de bilgisayar programcılığı dalında eğitim almış. Yazar ve çok sayıda sergiler açmış iyi bir fotoğrafçı. Daha önce kendi keyfi için geziyormuş, dünyaları dolaşmış. Birkaç yıldır, "Geçtiğim yolları insanlara da anlatayım" deyip rehberlik işine de soyunmuş. Transilvanya gezilerine rehberlik ediyor. 2-7 Ekim arası da yeniden yola çıkıyor. Yelda Baler'e bu yolculuklarda nereleri görmek gerektiğini sorduk. Şunları söyledi: "Sibiu'yu mutlaka görmelisiniz, masal diyarı gibidir. Katedraller, Biertan Kilisesi, köprüler, kapılar mutlaka görülmeli. Peles Kalesi'ne de çıkmadan olmaz. 1873'te başlanmış, 10 yılda tamamlanmış bir efsane şatodur. Viyanalı ünlü iki mimar tarafından yapılmış. Romanya Kralı I. Carol için inşa edilmiş. Duvar resimleri, tavan süslemeleri, dış cephesindeki freskler, bahçe düzenlemeleri dönemin en ünlü sanatçıları tarafından yapılmış. Romanya Karpatları'nın kuzeyinde yer alan Sighisoara'yı görmezseniz bölgeyi tam olarak anlayamazsınız. Braşov'dan 120 kilometre mesafede. 1. Dünya Savaşı'nın sonlarına kadar Habsburg Hanedanlığı'nın hakimiyetinde olduğu için Alman suyuyla yıkanmış bir Ortaçağ diyarıdır burası. Yeşil kubbeli Biserica Sf. Treime, değişik bir Romen Ortodoks yapısı. Tepesine her gün değişik kuklalar asılan saat kulesi ilginçtir. Merdivenlerle çıkılan tepede bu kuleden başka 'tepedeki kilise' olarak anılan bir ibadethane daha vardır. Şehrin çevresi ormanlıklarla kaplıdır, nehir çok güzeldir, binalar zaten biblo gibidir."