Uçak şehre yaklaşırken, kuşbakışı bile olsa gördüğünüz uçsuz bucaksız göl ve nehir silüetleriyle yeşil dokudan etkilenmemek mümkün değil. İlk kez gelenler şaşkınlık içinde "Burası nasıl bir Doğu Anadolu şehri?" diyor. Hafta içinde İstanbul'dan saat 06.30'da kalkan THY uçağı o kadar dolu ki sanki Bodrum ya da Dalaman'a gidiyoruz ama hayır, istikamet Elazığ... Hazar Baba Dağı'nın eteklerine yerleşip, yanına da kilometrelerce uzanan Hazar Gölü'nü alan Elazığ'ın ruhunu anlatmak için, şehrin sembollerinden biri olan sekiz köşeli şapkanın her bir köşesinin neyi simgelediğini öğrenerek başlamak doğru olur: Dürüstlük, yiğitlik, mertlik, çalışkanlık, misafirperverlik, cömertlik, alçakgönüllülük ve vatanseverlik. Bütün bu erdemleri, bir şapkayla hayat felsefesi olarak benimseyen insanların şehrini keşfetmek için heyecanlanıyoruz. İlk durağımız Sanayi'nin içindeki Gedik Lokantası'nın bahçesi... Kahvaltı sofrasında bir kuş sütü eksik gibi görünüyor; ne İzmir ne de Erzincan tulumuna benzeyen lezzetteki peyniri, kaymağı, balı, yumurtalı kavurması, soslu patlıcan kızartmasından sofrada yer kalmamış. Öğleden sonra kebapçıya da uğrayacağınızı bilmeseniz, yemeğe ara vermeden günü bu masada tamamlayabilirsiniz. Hava 30 derece civarında ama nem olmadığı için İstanbul'dan çok daha az rahatsız ediyor. Çevredeki baraj ve göllerden dolayı da şehirdeki karasal iklim, Akdeniz iklimine benziyor. Şehrin merkezinde, Mısırçarşısı'na anımsatan Kapalıçarşı'ya girince de baharatların, kuru meyvelerin, tarhanaların ve çeşit çeşit bakırların etkisiyle de dışarıdaki sıcağı bile unutuyorsunuz. Dükkanların önünden geçerken satıcılar hemen çay ikramına başlıyor; ister alışveriş yapın ister yapmayın sabırla hangi baharatın nelere iyi geldiği, nasıl kurutulduğu gibi bilgiler anlatılıyor, isteyene hemen tattırılıyor. Sadece Elazığ'a özgü yöntemlerle yapılan orcik yani cevizli sucukların tadına bakmadan dükkanların önünden geçmeniz zor. Biri bildiğimiz cevizli sucuk ama beyaz renkli olanı, üzüm köpüğüyle yapılan cinsi ve ağızda dağılıyor.
KURAKLIK OLDU, KALE SÜTLE BİTTİ
Öğle sıcağında, güneş kendini iyice hissettirmeye başlayınca da rotamızı eski şehir Harput'a çeviriyoruz. Çünkü hem daha yüksek hem de orada bizi yüzlerce yıldır bekleyen o kadar çok tarihi yapı var ki... Elazığlılar Harput'u yayla gibi kullanmakta haklılar, yükseklik 1407 metre olunca yukarılara doğru çıktıkça esinti de sizi takip etmeye başlıyor. Harput'ta kışın 500 kadar olan nüfus, yaz gelince 10 bine çıkıyor. Gelen giden çok olunca da Harput'un kapısı şenleniyor. Harput'un tarihi M.Ö 2 binlere uzanıyor. Üzerinden o kadar çok medeniyet geçip izler bırakıyor ki; Huriler, Hititler, Asurlar, Urartular... Evliyalar, alimler yetiştiren şehrin en tepesine çıktığınızda tam karşınızda bütün ihtişamıyla M.Ö 8. yüzyılda inşa edilen kale beliriyor. Hani yapılırken kuraklık yaşanınca, zamanın hükümdarı köylerden sütleri toplatıp harcı için süt kullanılan Harput Kalesi'ne bu yüzden 'Süt Kalesi' de deniliyor.
200 YILLIK MÜZE EV
Moloz taş kullanılarak yapılan, yazın serin mi serin olan Harput evlerinin en ünlüsü Gülsan Şirketler Grubu ve ÇEKÜL'ün işbirliğiyle restore edilerek müze eve dönüştürülen Şefik Gül Kültür Evi. Kimliğine uygun olarak yenilenen bu evin geçmişi 19. yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. Geniş avlulu evin içinde gezerken sanat tarihi dersine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Elazığlı birçok aile, evlerindeki otantik eşyaları, bu müze eve bağışlamış. Gramofondan radyoya, kürsü mangalından sobalara, koltuklardan örtülere... Şehrin geçmişini, geleneklerini ve kültürünü anlamak için bu tür kent müzelerinden daha güzel ne olabilir? Bir odadan diğerine geçerken sanki 100 yıl öncesine dönmüş gibi hissediyorsunuz. Müzede görevli Gönül Hanım bir de kendi elleriyle şehre özgü cedene kahvesi yapınca, keyfiniz artıyor. Harput'ta Arap Baba Türbesi, Ulu Cami, kilise, Mansur Baba Türbeleri de yürüyüş rotanızın hemen üstünde... Şehirden ayrılmadan önce kebaplarını tatmadan olmaz. Bu kez Halit Usta'nın serin bahçesinde oturup yemek şölenine hazırlanıyoruz. Pirzola, köfte, çiğ köfte, patlıcan ve yoğurtla yapılan söğürtme, sırın yöresel yemeklerden sadece bazıları... Tabii Elazığ'ın kuru biber ve patlıcanla yapılan dolmaları, suböreği ve eğer "Tatlı yemeden olmaz" derseniz künefesi de çok meşhur.