İsviçre'yi seviyorum... Sessizliğini, sükunetini, acelesi olmayan insanlarını, yaşam tarzlarını ve doğasını seviyorum. Makine gibi kurulmuş hayatlarımızdan sonra çevrenin ve kendinin farkına vararak yaşamak, soluk almak süper oluyor. Bu kez seyahatimiz Zürih'ten başlıyor. Uçaktan indikten sonra kalabalık bir grup arabalara binip Luzern'e doğru yola çıkıyoruz. Luzern'de yaşayan Hülya ve Erdal Sezer çiftinin ev sahipliğinde başlayan seyahatimizin ilk durağı burası. Luzern'e beşinci gelişim... Ve kendimi evime gelmiş gibi hissediyorum. Çünkü birkaç günde bu küçük kenti enine boyuna dolaşıyor, her yeri öğreniyorsunuz. Nehir kenarındaki Hotel Des Balances'a yerleştikten sonra tanıdığım, bildiğim sokakları arşınlamaya başlıyorum. Luzern'e gidenler oraya âşık olur. Hiç gitmeyenler için ben de bu aşkın nedenini şöyle açıklayabilirim: Hani derler ya, Paris Avrupa'nın en romantik şehridir diye... Bence Avrupa'nın en romantik şehirlerinden biri de Luzern'dir... Masal gibidir, el yapımı pasta gibidir, el işidir, zariftir, rafinedir... Ortaçağdan kalma pek çok izin bulunduğu şehrin en önemli simgesi ahşap Chapelle Köprüsü. Başta da belirttiğim gibi Luzern için tavsiyeler listesine gerek yok. Otelinizden çıktıktan sonra istediğiniz yöne gidin, kaybolmanız mümkün değil. Yürürken Luzern Gölü'nü, muhteşem Pilatus Dağı'nı, nehri, kuğuları, kiliseleri, şatoları görüyorsunuz. Hiç araba kullanmadan şehri keşfetmenin keyfi bir başka. Hotel Des Balances'ın terasında prosecco'nuzu yudumlarken, karşı dağlar, bulutlar size tabiatın kucağında olduğunuzu hatırlatıyor. Güneşin rengi değişiyor, havanın rengi değişiyor ve bir anda bir sağnak yağmur başlıyor. Kimin umurunda... Luzernliler ve turistler ayakkabılarını ellerine alıp yürümeye devam ediyorlar. Akşam yemeğini nehir kıyısındaki Luzern Vincafe La Barca'da aldıktan sonra, Erdal Sezer'in sahibi olduğu şehrin en gözde mekanı olan Lounge&Bar Suite'e geçiyoruz. Burası şehrin göbeğindeki Monopol Hotel'in çatı katında bir kulüp. 6. yılını dolduran kulüp ilk açıldığı yıl İsviçre'de yeni açılan barlar arasında birinci seçilmiş. Tüm şehir manzarasına hakim olan ve terası bulunan kulüp şehirde eğlencenin en önemli adresi.
LOZAN'A YOLCULUK
Ertesi sabah, yine Sezer çiftinin Luzern'de açtıkları İstanbul Grill&More'a uğruyoruz. Buranın açılış öyküsü ilginç. Türk mutfağını çok özleyen Sezer çifti, sürekli iyi yemek yiyebilecekleri Türk restoranı arıyor. Zaman zaman yemek yemek için Almanya'ya gittikleri bile oluyor. Ve İsviçre'de Türk mutfağının sadece 'döner' olarak tanıtıldığını fark edince, "Biz bir şey yapalım ama bu algıyı yıkalım" diyorlar. Ve İstanbul konsepti böyle doğuyor. Öğle yemeği için uğradığımızda bu küçük restoranın müşterilerinin tamamının yabancı olduğunu gördük. Buradaki kısa ziyaretten sonra Lozan'a doğru yola çıkıyoruz. Asıl büyük İstanbul orada ve akşama açılışı var. (Aslında bir ay önce hizmet vermeye başlamış.) Arabayla 2,5 saat süren yolculuk İsviçre'nin bütün güzelliklerini gösteriyor bize. Lozan'a ilk gelişim. Şehir, Leman Gölü'nün kuzey kıyısında, Jorat dağlarından göle doğru inen bir yamaç üzerine kurulu. Birbirine köprülerle bağlı üç tepe üzerine kurulu şehirde kısa bir tur yapıyoruz. Bunun için asansörleri ve yürüyen merdivenleri kullanılıyoruz. Her yerden müzik sesleri yükseliyor, kafeler ağzına kadar dolu. Yaşayan, canlı bir şehir Lozan... Ama Luzern ile arasındaki farkı hemen hissediyorsunuz. Çünkü burada Fransızca konuşuluyor ve daha kozmopolit bir yer. İstanbul'un konumlandığı Flon meydanı ise şehrin eğlence ve yeme-içme alanı. Akşam için bütün mekanlar açılış hazırlıklarını sürdürürken biz İstanbul'un sıcak ortamında Türk filmlerinin afişlerine bakıyor, Türk kahvesi yudumluyor ve Türk şarkıları dinliyoruz. Akşama bütün hazırlıklar tamamlanıyor ve binlerce insan akın akın gelmeye başlıyor. Ve ne ilginçtir, İstanbul'un Türk büfesi önünde İsviçreliler kuyruk oluşturuyor. Flon meydanında yer alan binaların yatırımcı grubu Mobimo, bu farkın farkına varmış, Zürih ve Cenevre'de de yapılacak olan yerlerde de İstanbul'un yer almasını istemiş. Türkiye ve Türkler adına gurur verici.
VE ÇİÇEKLERLE BEZELİ CENEVRE
O gece İstanbul'da Türk yemeklerinin tadına vardık, ertesi sabah da mükellef bir Türk kahvaltısıyla Lozan'a veda ettik. İstikamet Cenevre... Bu kez yolumuz yarım saat. Bir ay önce gelmiştim Cenevre'ye ve fazlasıyla sessiz sakindi. Ancak havaların ısınmasıyla turist sayısı artmış ve şehir cıvıl cıvıl olmuş. Leman Gölü kenarında kısa bir yürüyüş, bir kahve içimi, biraz alışveriş derken üç-dört saatimizi de Cenevre'de geçirip dönüş yoluna koyuluyoruz. Üç günde üç şehir, iki Türk'ün inanılmaz başarısı, güzel anlar ve anılarla Türkiye'ye doğru yola koyuluyoruz...