Galatasaray'ı başarıya götüren en önemli etkenlerden biri yabancı futbolcuların sarı-kırımızı formaya olan aidiyet duygularıdır. Hagi'den Tomas'a, Elmander'den Sneijder'e kadar son 20 yılda 'Florya'nın havası başkadır'ı soluyan yabancılar kupaları kaldırdılar. Bu sezon en büyük sıkıntı bazı oyuncularda bu duygunun sorgulanıyor olması. Sakat Falcao'yu bu gruba elbette koymuyorum. Futbolcuların izin günlerindeki özel hayatları hiçbir zaman eleştiri konum olmadı. Ancak dünyanın her yerinde derbiler ve finaller sonrasında futbolcular evlerine çekilirler. G.Saray'ın efsane kaptanı Bülent Korkmaz, 'Derbi kaybettiğimizde evimin üst katından alt katına ailemin yanına inmezdim' derdi. Bir an önce Rize maçına gelmem lazım ancak dün ilk 45 dakikadaki futbol bize ne kadar futbol olarak geldi ki! Derbinin faturasını ödeyenler, Nzonzi gibi artık dinlenmesi gerekenler sonrasında sahaya çıkan 11'in ihtiyacı olan skoru erken bulmaktı. G.Saray bunu çok kolay başardı.
Galatasaray'da futbol adına çok önemli bir gelişme yok. Bu takım dün Andone yarın öbür gün Falcao'yu en az bir elin parmakları kadar pozisyona sokana kadar iyi futboldan bahsedilmemeli. Elbette beyaz sayfa açma çabası var ancak gidişatın Mehter Marşı'na dönmemesi için önlerindeki iki maçta ihtiyaçları olan; Santiago Bernabeu'da kaybedecek olsa bile karakterli bir mücadele ve Gaziantep deplasmanında hiçbir bahaneye sığınmadan alınması gereken 3 puan. Son not, dün akşam 1996 Sarıyer maçı ruhu bekleyenler yaklaşık çeyrek asırda Türkiye tribünlerindeki değişimlerin ve genç jenerasyonların taraftarlık tarifine dair yaşadıkları değişimin sanırım farkındadır. Çünkü tribünlerin yarısı boş.