Dünya Kupası'nın son sahibini yendikten sonra İzlanda deplasmanında elbette galibiyet bekliyorduk... Mağlubiyet için bahane değil ama birkaç sorunu sıralamak lazım.
İzlanda iki maçını arka arkaya evinde oynarken, biz 6.5 saat yolculuk ve terbiyesizce bir karşılama ile İzlanda'ya vardık. Bizim saatimizle 21.45'teki bir maçın oyuncularımızın biyolojik saatine uymadığı ortada idi. Sanki bir 16.00 maçı gibiydi. Fransa karşılaşmasının en iyilerinden Mahmut ve Cengiz'in yokluğunda Ozan ve Hakan Çalhanoğlu ilk yarıda çok sırıttı.
Orta sahada top yapamadık.
Ve rakip bir türlü çaresini bulamadığımız duran top zafiyetimizi iki golle cezalandırdı. Yeteneği kısıtlı, çok koşan ve ikili mücadelelerde fizik avantajlarını iyi kullanan İzlanda karşısında Fransa maçının yorgunluğu ortaya çıktı.
Oyuna ilk yarıda müdahale etmek bir teknik adam için zordur. Oyundan aldığınız futbolcuyu hayata küstürürsünüz.
Şenol Güneş de ilk yarıda yolunda gitmeyen işlerin farkındaydı.
Dorukhan'ın golüyle soyunma odasına umutlu gittik dönüşüne Yusuf ile başladık.
Cengiz, Roma tecrübesiyle elbette birinci tercih ama yokluğunda Abdülkadir Ömür sağ kanatta başlasaydı, rakibin aklını çok daha karıştırırdık.
Ömür son 25 dakikada şans buldu.
İkinci yarı çok net fırsatlar harcadık...
Yazık oldu aslında. Bir puan işten bile değildi. Fransa'yı geçtikten sonra "İkinci olur gideriz" dediğimiz grupta liderlik hesaplarını yapmaya başlamıştık.
Ama bu mağlubiyet içeride Arnavutluk ve İzlanda maçlarında 6 puan gerektiriyor artık.