İlk yarı bittiğinde 70'e 30 topla oynama oranı Fenerbahçe lehine yazsa da, takımın o "topu" kazanma objesi haline getirmesi gerekiyordu. Hani çokça bahsettiğimiz vücut dili var ya, Fenerbahçe takımı oynamadığı maçın kendi kendine kazanılacağına inanmış gibiydi. Puan kaybettiği maçlarda bile takımın coşkusunu, kazanma veya gol atma arzusunu ön plana çıkarttık. Herkesin ortak görüşü, sezonun istatistiklerine de yansıyan bu özelliğin, sarı-lacivertli ekibi ligin favorisi haline dönüştürdüğüydü.
En önemli karakterini soyunma odasına bile getirmeden, sadece Emre Belözoğlu'nun temposuna endekslenen oyun anlayışının, bu sezonki ilk iflasıydı dünkü oyun. Emre 39 yaş pelerininin ardına geçip, sorumluluk almayıp, pas ayarlarını da bozunca, sadece oyun üstünlüğü ambalajı kaldı geriye. Bülent Uygun, adaşı Bülent Korkmaz'ın beş defanslı, üç ön liberolu dirençli takım taktiğini mecburen kullandı. Gerisi maç aksiyonlarına kalmıştı. Bu kadar eleştirdiğimiz Fenerbahçe'nin direklere takılan, kaleci Lung'dan dönen, boş kalelere atılamayan pozisyonları da vardı. Ancak galibiyeti olmayan, iki teknik adamı kaçarcasına ayrılan bir rakibe karşı "şanssızlık" belgesinin geçersiz olduğunu da bilmeliler.
Kapanan rakibi açmanın iki yolu var; ya topun hızını yükselteceksin, ya da atakların. Üç hafta önce yaşadığın tecrübeye rağmen tek silah olarak Vedat'a yüksek top atmayı seçmek, zaten seni beş oyuncuyla bekleyen rakibin isteğini onaylamak. Devre arası soyunma odasından çıkarken, bu ayrıntıları belki dinlemiş ama yapmamış-yapamamış oyuncu grubu var.
Önemli rakiplerin puan kaybettiği haftada, böyle bir yenilgi iddianızı sıcak tutar. Ancak şampiyon olacak takım, ipleri de eline almak zorunda. Fenerbahçe direksiyona geçemedi. Puan kaybından daha önemlisi budur.