Sanki "dejavu" vardı sahada. Son Çaykur Rizespor maçının tekrarını izliyorduk. Sivasspor'un mükemmele yakın saha yerleşimi ile önde yaptığı baskı, Fenerbahçe'nin tüm hünerlerini elinden aldı. Bir tarafta topu kullanamayan, diğerinde ise topu kaptığında ne yapacağını bilen vardı.
Tempoyu düşük tutan, topu kaleye yaklaştırmayan süreç, Fenerbahçe tribünlerini de "seyirci" haline çevirdi. Maçın Kadıköy'de olduğunu anlamamız için Sivasspor'un golü bulması gerekti. Takımın en ihtiyacı olduğu anda kendi futbolcularını ıslıklamaya başlayanların, geçmişte "Kadıköy Cehennemi"ni yaratanlarla alakası olmadığını tribüncüler çok iyi biliyor. Soldado'nun bir anlık gafleti değerlendirmesi, yeni bir maç seyrettirdi bize.
İp cambazı gibi oynadı iki takım da. Moses'ın önlenemez performansı karşısında faul makinesini devreye sokuyordu Sivas defansı. Duran toplara da Fenerbahçeli oyuncuların değememesi, ayrı bir sorun. Rakip çalışmış, topu kullananlar ve bekleyenler yetersiz kalmıştı.
Aranan çıkışın "üç puanda" gizli olması, Ersun Yanal'ın maç öncesindeki, "Oyunun değil, skorun peşindeyiz" açıklamasından da anlaşılıyordu. Bu takımın kalitesi ve oyun aklı, bu derece direnci aşacak kapasitede değil. Bu nedenle sürekli denemek ve bulduğu fırsatları da değerlendirmek zorunda. Dirar ve Valbuena'yı işte bu noktada gözler arıyor. Üstüne gelen Topal sakatlığıyla, defans güvenliği de gitti.
Ortalıkta en az görünen Soldado'nun iki golün de birinci kahramanı olduğunu belirtelim. Moses'ın artık "başka bir oyuncu" olduğunu gördük. Umutlandı herkes. Zajc'ın pas kalitesindeki problem sürüyor, Tolgay daha tempoyu kaldıramıyor. Harun yine güven vermekten uzak, Sadık telaşının mağlubu. Birçok eleştiri getirebiliriz. Mehmet Ekici'nin mucize golüyle birlikte yeniden hayata dönen koca bir camia var. Bu maçın gerçeği bu. Kötü sezonun tüm yükü bir anda bu maçın üstüne kalmıştı çünkü.