Tüm alışkanlıklarını bir tarafa bırakıp, sahaya keyif almak için çıkmış iki takımı izledik. Maçın Kadıköy'e taşınması önemli etkenlerden biri elbette. Ama bu duyguyu oyunculara taşıyan nedenlerin başında kendilerine olan güven ve gruplarda baskı yaşamamaları geliyordu.
Belki de ortam Parreira'nın da önceliklerini değiştirmişti. Öne geçtikleri halde, hatta iki farkı sağlamalarına rağmen, ikinci 45'te de baskılı oyuna, gol arama isteğine gem vurmadı. Hatta Markovic değişikliği ile izin bile verdi denebilir.
Uygar nefis bir kafa vuruşu yaptı. Ramazan slalomlarla attı golünü. Genç bir oyuncunun kafasına Diego oturtuyordu topu. Her halde rüyasında böyle bir pozisyonu yaşardı. Ya Ramazan... Anlı-şanlı ağabeyleri pas beklerken, kendi inisiyatfini kullandı.
Van Persie hep top istedi, hep kendini boşta gösterdi. İkinci golü sadece tabelaya altı rakamını taşımadı, bir ustanın neden seyredilmesi gerektiğini de mesajladı. Doğru alan koşusu, sol ayağında olmasına rağmen önce defansı, sonra da kaleciye iki bilek hareketi ile "hareketsiz" bırakması ve boş kaleyle topu buluşturması.
60'dan sonra Fernandao ile birlikte oynamaya başladılar. Çift forvet denemesi değil de, iki gol makinasının rekabeti gibiydi. Sanki; "Hanginiz çok atarsa, ligdeki on biri kapar" meydan okumasıydı. Bu hırslandırma Fernandao'nun, takımı beş fark yapmışken, faul olmayan pozisyonu abartıp, hakemden faul ve kırmızı istemesine yol açmış olabilir. Aksi durum oyuncunun oyun ahlakını sorgulattırır bana...
İki bek; Caner ve Gökhan'ın da kendi meydan okuyuşları vardı sahada. Sezon sonunda sözleşmeleri biten, iki pas makinası... Fenerbahçe'nin hücum gücünün gerçek yaratıcısı onlar aslında.Caner'in gol potansiyeli bir tarafa, duran topların etkili kullanması da cabası.
Lefter ağabeyi ebediyete uğurladığımız yıldönümünde, tribünlerin cesur yüreği Sefa Kalya'nın ölüm haberini aldık. O'nun "amigo"dan çok daha fazlası olduğunu, gelecek aylarda herkes daha iyi anlayacak. Allah rahmet eylesin...