Maç düşündüğümüz gibi başladı ve devam etti. Hafta içinde kopan fırtınalara rağmen, Fenerbahçe neden rakibinin 13 puan önünde veya neden lider olduğunu ortaya koyan bir üstünlük sağladı. Sadece topa hakim olmak değildi bu. İkili mücadelelerin de, saha paylaşımın da kaliteyi-aklı beraber göstermenin de galibiydi Fenerbahçe. Trabzonspor'un sadece kalecisi Hakan Arıkan ile direndiğini izliyorduk. Gidişat öyle bir hale getirdi ki maçı, Ersun Yanal, 35'te defansif bir hamle ile müdahale etmek zorunda kaldı. Hücum aksiyonlarının ne kadar çeşidi varsa deniyordu Fenerbahçe... Kanatlara açtı oyunu, denedi. Göbekten ver-kaç ile geldi, şut attı. Duran top organizasyonları yaptı, karamboller yarattı. Hatta penaltı olarak değerlendirilmeyen net bir pozisyon da vardı arada.
Bu kadar çabanın içinde hep eksik bir şey vardı. Ya pas yerine şut atmayı tercih ediyorlardı, ya da vurmayı deneyecekleri yerde, şut atmayı. Neredeyse tüm hava toplarına değdiler ama bir tane bile kaliteli kafa şutu gelmedi. İlk yarıda biri duran toptan iki kez şut denedi Trabzonspor. İkinci yarıda o şansları da olmadı. Diego-Meireles değişikliği ile İsmail Kartal tüm takımı hücuma davet etti aslında. Portekizli'nin defansif aklını kullanarak risk seçeneğini devreye soktu. Kabus dolu dakikalar başladı ardından Trabzonspor için de. Altı pastan goller kaçıyor, Hakan kurtarıyor, iki pas üst üste gelmiyordu. Tam bir teslimiyet ve ardından gelen, "Bari yenilmeyelim" sendromu.
Maçın bir çok hikayesi veya kahramanı olduğu halde, iki gündür herkese Bülent Yıldırım'ı tartıştıran İbrahim Hacıosmanoğlu'nu da Trabzonspor defansının en iyi oyuncusu olarak yazmamız gerek. Bülent Yıldırım, o telefonun etkisinde, çok rahat çalabileceği pozisyonda penaltıyı çalamadı.
Allah'tan iki takım oyuncuları bu gerginliği taşımadılar, yöneticilerine-taraftarlarına meslek saygınlığını kurban etmediler.