Fenerbahçe ne Aykut Kocaman'ın işleyen makinası, ne de Ersun Yanal'ın silindiri. İki teknik adamın, iki düzeni de sahadaki oyuncular arasındaki kalite çizgisini yakınlaştıran, biri olmadığında da planların aksaması engelleyen planlara sahipti.
İsmail Kartal, bu harmanı daha iyi yapan bir gelişme gösteremedi bize.
Buna rağmen takımın en önemli hücum oyuncusu, Caner'i; oynanmamış bir maç için koruma altına alma kararı verdi.
Beşiktaş'ı planlarken, Gençlerbirliği'ni yenemezsen yaşayacağın kaybın daha sarsıcı ve olacağını hesaplamışlardır elbet. Ama Galatasaray yenilgisi sonrasında, bir de Beşiktaş karşısında tabela mağlubiyet yazarsa, bu kez kimse kimseyi kurtaramazdı. Bunu da birileri (!) aklına sokmuştur İsmail hocanın.
Tempo isteğiyle maç başladı. Önde basarak da topa da hakim oldular, rakibe de organize olma şansı vermediler. Yine de duran toplar dışında pozisyon yoktu. Emre-Meireles ikilisinin orta sahayı derleyip-toparlaması, Alper'in dikine oynayarak takıma hız getirmesi de yetmedi.
Caner'in peşinden Gökhan Gönül de oyundan çıkarmıştı kendini.
Sakatlığı vardı, idare etti, zorlamadan oyunu sürdürdü. Ve gol planları çıkmaza girdi Fenerbahçe'nin. Webo ve Moussa bir türlü gedik yaratamadılar kendilerine. Meireles dışında şut deneyen de olmadı.
PENALTI İLAÇ GİBİ GELDİ
Alper'e yapılan penaltı ilaç gibi geldi. Devrenin başında öne geçmek hem baskıyı azalttı, hem Gençlerbirliği'nin öne çıkıp, boş alanlar ikram etmesini sağladı. Buna rağmen kalabalık hücumlar gelmedi.
İsmail Kartal takımının üçüncü vitesten yukarı çıkmasını sağlamak zorunda. Ön tarafındaki oyunculara form tutturmak zorunda. Bekler dışında da hücum alternatifleri üretmek zorunda. Takımının defansif isteği ve topu kalesinden uzak tutma aklı, tek olumlu tarafı. Ama yedi maçta sadece dokuz gol (üçü penaltıdan) atan bir takımı var İsmail hocanın. Bu görünüş takımının hikayesindeki her sayfaya sıkıntı yazdırır.
7 maçta üçü penaltıdan 9 gol atabilen bir takımı var İsmail hocanın...