İn'am Osmanlı'da nasıl kullanılırdı?

Sözlükte "ihsanda ve lutufta bulunma, iyilik etme" mânasına gelen in'âm, Selçuklular'da askerî birliklerin teftişini yapan ârızü'l-ceyşin ücreti, Hindistan'da kurulan devletlerde bir çeşit câgîr* için kullanılmıştır. Osmanlılar'da ise ilim ve sanat erbabına, dinî zümre mensuplarına, fakirlere, Haremeyn ileri gelenlerine ve halkına, hânedana mensup şehzade ve sultanlara, devlet görevlilerine, yabancı hükümdarlara ve bunların yakınlarına, elçi ve misafirlere takdir, taltif ve teşvik etmek veya ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla verilen bahşiş, hediye ve maddî desteği kapsayan genel bir anlam kazanmıştır.

İlim ve sanatla uğraşanlar, ortaya koydukları eserleri için ve umumiyetle eserlerinin tamamını veya bir kısmını padişaha takdim edince in'âm alırlardı. Özellikle şairlere, dinî bayramlarda kaside yazmaları ve bazı önemli olaylara tarih düşürmeleri üzerine başarı derecelerine göre in'âmlar verilirdi. Devlet adamı, memur ve diğer görevlilere merasimler ve resmî günler dolayısıyla merasimle ilgisine göre; merkez ve taşradaki ulemâ, meşâyih ve sulehâya, taltif gayesi veya fakirlikleri dolayısıyla özel olarak veya davet edildikleri şenlikler ve düğünler esnasında; ordu mensuplarına ise bilhassa seferler ve cülûslar münasebetiyle ihsanlarda bulunulurdu. İkametleri boyunca ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan yabancı hükümdar, hânedan mensubu, devlet adamı, elçi ve misafirlere ayrıca in'âm adı altında nakit para tahsis edilirdi.

İn'âmlar daha çok ihtiyaç sahibi kimselere verilirdi. Divan esnasında, İslâmiyet'i kabul edenlerle (nev-müslim) muhtaç kimselere tasadduk ve in'âm olarak verilmek üzere, görüşmeler başlamadan hemen önce devâtdâr tarafından kumaş kese içerisinde bir miktar akçe getirilerek sadrazamın önüne konulur ve hemen orada dağıtılırdı. Ayrıca padişahlar cuma namazı için çıkışlarında tasadduk ve ihsanda bulunurlardı. Sûr-ı hümâyunlar sırasında da gerek davet edilen gerekse arzuhal sunan bazı kimselere para dağıtılırdı. Lalası, hocası, defterdarı vb. adamları ile şehzade ve sultanlara da in'âm verilirdi.

Cülûs bahşişinin ilk defa I. Bayezid döneminde başladığı, II. Mehmed veya II. Bayezid zamanından itibaren de kanun haline geldiği belirtilir. Bahşiş dahilinde yeniçeri maaşlarına zam yapılması da II. Bayezid zamanından itibaren usul olmuştur. Cülûs bahşişi, başlangıçta in'âm ifadesine uygun olarak ihsan niteliğinde ve miktarı belirli değilken askerlerin ısrarlı tavırları ile mecburi ve muayyen bir ödeme haline dönüşmüştür (Özcan, II [1995], s. 178). I. Selim zamanında verilen miktarlar (yeniçerilere 3000, acemi oğlanlara 2000, cebeci ve topçulara 1000'er akçe in'âm ve yeniçerilere ayrıca 2'şer akçe terakki) XVII. yüzyıl ortalarına kadar aynen devam etmiştir. Önceleri sadece Kapıkulu ocakları mensuplarına dağıtılırken II. Bayezid devrinden itibaren vezir ve devlet adamlarına, II. Selim döneminden itibaren Sahn-ı Semân müderrislerine kadar ulemâya da teşmil edilmiştir.

Savaş dönemlerinde sefere katılan bazı özel gruplara, sefer sırasında gayreti görülenlere, sürekli olmayan bazı iş veya hizmetleri ifa edenlere ve karşı taraftan olup Osmanlı Devleti'ne bağlılık gösterenlere de in'âm adı altında para verilmekteydi. XVII. yüzyıl başlarındaki seferlere ait in'âm giderleri, ordu hazinesi toplam giderlerinin % 0,5 ile 4,5'ini oluşturmuştur (İşbilir, s. 117-119, 120, 123-124, 126-127, 131). Ayrıca sefere davet edilen Kırım hanına, seferdeki başarıları sebebiyle ordu kumandanı, vezir ve diğer serdarlara hatt-ı hümâyun, kılıç ve hil'atlerle birlikte bir miktar nakit gönderilir, hil'atler ve nakit "in'âm" olarak resmî kayıtlara geçilirdi. Kırım hanına sefere davet münasebetiyle gönderilen in'âm sonradan "çizme-bahâ" adını almıştır.

Tarihî seyri içerisinde in'âm kelimesinin kullanım alanı bazı değişikliklere uğramıştır. İlk verilişi sırasında muayyen ve sürekli olarak tahsis edilmiş veya sonradan mutlak ödeme haline dönüşmüş in'âmların çoğu zamanla farklı adlar almıştır. Bunlardan senelik olan, fakat bazı seneler iki defa verilenler, daha XVI. yüzyıl ortalarından itibaren "yıllık" adı altında ve dolayısıyla artık istisnasız yılda bir defa verilmeye başlanmıştır. Bir şarta veya zamana bağlı olanlardan çoğu ise ödemeye uygun özel isimler almış ve "âdet" olarak nitelendirilmişlerdir (âdet-i nevmüslim gibi). Böylece kullanım alanı gittikçe daralan in'âm ifadesi, XVII. yüzyıl sonlarından itibaren daha ziyade bir defaya mahsus yahut verilişi ve miktarı keyfî olan, değişebilen ihsanları ifade eden bir anlam kazanmıştır. Bazı resmî günlerde veya merasimler sırasında imamlık yahut müezzinlik yapan, mevlid okuyan ve dua eden görevlilere muayyen olarak verilen ihsanlar için ise in'âm kelimesinin kullanımı sürmüştür.

İn'âm âdet haricinde "tasadduk" ve "teşrif" terimleriyle de irtibatlı olmuştur. Zira ihtiyaç sahiplerine de verilmesi sebebiyle her ne kadar temelde farklı iseler de tasaddukla yakınlaşmış ve bu iki terim zaman zaman aynı anlamda kullanılmıştır. Esasen "hil'at" mânasında kullanılmış olan teşrif, Osmanlı Devleti'nde yabancı devlet adamı ve elçilerle bazı ricâle bir arada verilen hil'at, nakit ve diğer ihsanların tamamını ifade etmektedir ve bu şekilde bütün teşrifler in'âm kapsamı içine girmektedir. XVI. yüzyılın ilk yarısında devlet hazinesinden verilen in'âmın kayıtları tasaddukat, teşrifat ve âdât kayıtları ile birlikte rûznâmçeci tarafından tutulan özel defterlerde toplanmıştır. Aynı yüzyıl bütçelerinde de bu yakınlık görülmektedir. Sonradan bu başlıklar altındaki sarfiyatın defterini tutma görevi, ismini bunların birinden almış olan teşrifatîye verilmiştir. XVII. yüzyıl sonlarında ise teşrifat defterlerindeki masraf kalemleri diğer çeşitli maliye bürolarına devredilmiş ve bundan sonraki teşrifat defterlerinde sarfiyatın sadece mûtat olanlarına yer verilmiştir. Meselâ elçilerle alâkalı sarfiyat başmuhasebe, hil'atler rûznâmçe bürolarına aktarılmıştır. Devlet hazinesi dışında padişaha mahsus iç hazine ile bazı vakıf gelirlerinden ve ayrıca çeşitli ricâl hazinelerinden de in'âm / atıyye adı altında ihsanların verildiği bilinmektedir. Tanzimat'tan sonra in'âm ifadesine pek rastlanmamaktadır. Hem yapılan değişikliklerle önemli bir kısmının kaldırılmış olması, hem de "atıyye-i seniyye" tabirinin yaygınlık kazanması in'âm terimini hemen tamamen ortadan kaldırmıştır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA