İslâm devletlerinde sarayda ve ülkenin çeşitli şehirlerinde bulunan tabipler için genellikle "reîsületıbbâ" unvanı kullanılmış olup aynı anlamda "hekimbaşı" tabiri daha ziyade Osmanlılar döneminde yaygınlık kazanmıştır. Osmanlılar'ın ilk devirlerinden itibaren resmî kayıtlarda reîsületıbbâ ve "seretıbbâ" gibi unvanlara rastlanmaktaysa da bu görevliler devlet ricâli ve halk arasında hekimbaşı olarak anılmış, zamanla bu unvan ön plana çıkarak resmî literatüre de girmiştir. Eski Türkler'de "otacı iliği" denilen bir sağlık görevlisinin varlığı bilinmekteyse de (Ögel, s. 655) bunun bir kurum niteliği kazanıp kazanmadığı belli değildir.
Hekimbaşılık kurumunun ilk defa eski Yunanistan'da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Tıbbın babası sayılan Grek hekimleri, kendi haklarını garanti altına almak ve tıp mesleğini bilgisiz kişilerle sahtekârlardan korumak için bu mesleğe girmek isteyenlerin eğitimlerinden sonra ayrıca bir imtihana tâbi tutulmalarını şart koşmuşlardı. İdareciler de bu konuda ihtiyatlı davranarak her şehirde en meşhur hekimleri seçip onları diğer hekimleri imtihan etmekle görevlendirirlerdi; ancak bu imtihanı kazananlar "hekimlik kürsüsü"ne oturabilirlerdi. Grekler'deki bu usulü Galen (Câlînûs) eserlerinde anlatmıştır (İshak b. Ali er-Ruhâvî, s. 244-245).
Hz. Peygamber'in hastalıklardan korunma ve tedaviyle ilgili emir ve tavsiyeleri, İslâm dünyasında tıp ilmine özel bir alâka gösterilmesi ve bu alanda gerekli kurumların teşekkül etmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle tıp bilgisi bulunmadığı halde hasta tedavi eden kimsenin verdiği zararı ödeyeceğine dair hadis (Ebû Dâvûd, "Diyât", 23), yöneticiler ve hekimlerle ilgili idarî ve hukukî mesuliyete işaret etmiş, İslâm devletlerinde sağlık işlerinden sorumlu resmî hekimlik müessesesinin kurulmasında etkili olmuştur.
İlk dönemlerde hekimler, belli bir bilgi ve tecrübeye sahip olunca hiçbir şart ve kayda bağlı olmaksızın mesleklerini icra ediyorlardı. Daha sonra içlerinden birinin başkan tayin edildiği ve gerektiğinde yöneticilerin onun veya seçkin hekimlerin önünde diğerlerini imtihan ettikleri bilinmektedir. İbn Ebû Usaybia'nın anlattığına göre, 171 (787) yılında bir baş ağrısı çeken Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd, Cündişâpûr'dan getirttiği Buhtîşû' b. Curcîs'i Bağdat'taki ünlü hekimlerden Ebû Kureyş Îsâ, Abdullah et-Tayfûrî, Dâvûd b. Serâbiyûn ve Sercis'in (Sergios) önünde imtihana tâbi tutmuş, uzman olduğunu anladıktan sonra kendisini ödüllendirerek onun bütün hekimlerin başı (reîsületıbbâ) olmasını ve hepsinin kendisine itaat etmesini emretmiştir (ʿUyûnü'l-enbâʾ, s. 186-187). İbn Fazlullah el-Ömerî, o sırada Hârûnürreşîd'in tabibi Ebû Kureyş Îsâ'nın reîsületıbbâ bulunduğunu kaydettiğine göre (Mesâlik, IX, 181) bu kurumun daha önce de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Halife Mu'tasım-Billâh ve ordu kumandanı Afşin'in de eczacıları (attâr) imtihan ettikleri bilinmektedir. Afşin, tabip Zekeriyyâ b. Abdullah et-Tayfûrî'nin yardımıyla karargâhındaki eczacıları imtihandan geçirmiş, başarı gösterenlere belge verip diğerlerini oradan uzaklaştırmıştır; Halife Mu'tasım da onun bu icraatını onaylamıştır (İbn Ebû Useybia, s. 224-225; Ahmed Îsâ Bey, Târîḫu'l-bîmâristânât, s. 49-50).
Tıp mesleğinin resmî bir hüviyete kavuşması ise Halife Muktedir-Billâh zamanında (908-932) gerçekleşmiştir. Tıp tarihçisi Ahmed Îsâ Bey, halkın menfaatini korumak amacıyla hekimliği müessese haline getiren ilk müslüman devlet adamının bu halife olduğunu söylemektedir (a.g.e., s. 41-42). Muktedir-Billâh, halktan bir kişinin uygulanan yanlış tedavi sonucunda ölmesi üzerine muhtesip İbrâhim b. Muhammed b. Bathâ'dan, Sinân b. Sâbit b. Kurre'nin imtihan ettikten sonra yetki belgesi vereceği hekimler dışındaki kimselerin çalışmalarını yasaklamasını istemiş, bunun üzerine mesleğinde ün yapmış hekimlerle halifenin özel hekimleri hariç bütün hekimler Reîsületıbbâ Sinân b. Sâbit b. Kurre tarafından imtihandan geçirilerek başarılı olanlara tıpta yetki belgesi verilmiştir. İbn Ebû Usaybia'ya göre Bağdat'ta bunların sayısı 860 kadardı (ʿUyûnü'l-enbâʾ, s. 302). Bu uygulamanın arkasından, tıp eğitimini tamamlayan kimselerin hekimlik yapma hakkını elde edebilmeleri için reîsületıbbânın önünde imtihan edilip diploma (icâzetü't-tıb) almaları usulü getirildi (Ahmed Îsâ Bey, Târîḫu'l-bîmâristânât, s. 41-43). Ünlü hekim İshak b. Ali er-Ruhâvî, bu usulün IV. (X.) yüzyılın başlarında Şam'da da devam ettiğini haber vermektedir (Edebü'ṭ-ṭabîb, s. 236-264). Reîsületıbbâlar, imtihanda başarısız olanların hasta tedavi etmelerini yasaklayıp bilgi ve tecrübelerini biraz daha arttırmalarını tavsiye ediyorlardı (Şeyzerî, s. 97; İbnü'l-İhve, s. 255). Sistemin işleyişini kontrol yetkisi ise ihtisap teşkilâtına verilmişti. Reîsületıbbâ başkanlığında Huneyn b. İshak'ın Miḥnetü'l-eṭıbbâʾ (İmtiḥânü'l-eṭıbbâʾ) adlı kitabındaki usule göre yapılan imtihanlarda muhtesip de bulunuyor ve başarılı olan hekimlere daha sonra onun huzurunda -Şeyzerî ve İbnü'l-İhve'nin eserlerinde kaydettikleri- Hipokrat yemininin İslâm ilkelerine göre düzeltilmiş şekli okutturuluyordu (Şeyzerî, s. 98; İbnü'l-İhve, s. 256).
Tedaviye başlayan hekim hastanın durumunu, hastalığın sebebini, kendi teşhisini, uyguladığı tedaviyi, verdiği ilâçları "düstur" denilen bir kâğıda yazarak hasta sahibine vermek zorunda idi. Tedavi sonunda hasta iyileşirse hekim yazdığı düsturu geri alır ve ona dayanarak tedavi ücretine hak kazanırdı. Eğer hasta ölürse o takdirde hasta sahibi düsturu reîsületıbbâya götürüp işin araştırılmasını isterdi. Reîsületıbbâ veya onun başkanlığında bir heyet düsturu inceledikten sonra hekimin bir kusuru olmadığını tesbit ederse tedavi ücretinin ödenmesine, aksi halde yanlış tedavi ile hastanın ölümüne sebep olduğu için ücret alamayacağı gibi hasta sahibine diyet ödemesi gerektiğine karar verirdi. Başarısız veya kötü niyetli oldukları anlaşılan hekimler meslekten uzaklaştırılırdı (İshak b. Ali er-Ruhâvî, s. 265; Şeyzerî, s. 97-98; İbnü'l-İhve, s. 255-256).
Reîsületıbbâlar, başlangıçta halife veya sultanlar tarafından ülkenin en bilgili ve tecrübeli tabipleri arasından seçilip görevlendirilmekteydi; daha sonra bu yetki vezir veya nâibe bırakıldı. Tıp mesleğinin en üst kademesinde bulunan reîsületıbbânın görevleri, hekimlik imtihanından sonra hak edenlere belgelerini vermek, sağlık kurumlarıyla hekimlerin çalışmalarını kontrol etmek, ehliyetsiz kimselerin tıp mesleğinden uzaklaştırılması işinde muhtesibe yardımda bulunmak ve gerektiğinde hakemlik yapmaktı. Endülüs Emevî Devleti'nde Dîvânü'l-ihtisâb'a bağlı olan Dîvânü'l-etıbbâ'da görevli hekimlerin başkanına "şeyhü'l-etıbbâ" denilmekteydi (İbn Cülcül, s. 110, 112; M. Abdülvehhâb Hallâf, s. 7, 9). Fâtımîler ve Eyyûbîler zamanında nâib tarafından tayin edilen reîsületıbbâ asıl mesleklerin unvan sıralamasında birinci derecede bulunuyordu (Kalkaşendî, IV, 200; VI, 160; Ahmed Îsâ Bey, Târîḫu'l-bîmâristânât, s. 24-25).
İbnü't-Tilmîz ve tıp eğitimine ilk defa tez hazırlama usulünü getiren Ebû Saîd el-Herevî, Selçuklular döneminde Bağdat'taki Bîmâristân-ı Adudî'de reîsületıbbâlık yapmışlardı (Terzioğlu, s. 9). XVI. yüzyılın ortalarında da Halep'teki Nûreddin Zengî Bîmâristanı'nın reîsületıbbâsı Hâşim b. Muhammed b. Nâsırüddin es-Serûcî idi (Ahmed Îsâ Bey, Muʿcemü'l-eṭıbbâʾ, s. 505).
Bütün İslâm devletlerinde devam ettirilen hekimbaşılık müessesesinin Sicilya Kralı II. Friedrich zamanında (1197-1250) İtalya'da Salerno'da, daha sonra da İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinde de aynen uygulandığı görülür (Terzioğlu, s. 3, 12; ayrıca bk. BÎMÂRİSTAN).
Osmanlı Dönemi. Osmanlılar'da hekimbaşılığın bir makam olarak teşkilâtlandırılması ve buraya ilk tayin edilen kişinin kimliği konusu tartışmalıdır. Osmanlı Beyliği'nin ilk dönemlerinde sarayda sağlık hizmeti veren bir tabibin bulunup bulunmadığı tesbit edilememekteyse de Germiyan, Aydın, Saruhan beyliklerinin saraylarında tabiplerin görev yaptığı bilinmektedir. Ancak hem bunların, hem de Osmanlılar'da Çelebi Mehmed ve II. Murad döneminde görev yapan Şeyhî diye ünlü Hekim Sinan ve oğlu, Fâtih Sultan Mehmed devrindeki Kutbüddin Ahmed Efendi, Ahî Çelebi ve Yâkub Paşa gibi hekimlerin teşkilâtlı bir kurumun başındaki hekimbaşı değil, hükümdar ve ailesinin tedavilerini üstlenen saray hekimleri olmaları daha kuvvetli bir ihtimaldir. Genel anlamda sağlık hizmetlerinin idaresiyle de yükümlü ilk hekimbaşı, II. Bayezid döneminde (1481-1512) görevlendirilen Mehmed Muhyiddin İzmitî'dir. Bununla beraber Orhan Bey'den II. Bayezid'e kadar gelen sultanların nezdinde de benzer görevleri yürüten saray hekimlerinin bulunduğu muhakkaktır. Sarayın bîrun ricâli arasında yer alan ve sadârete bağlı olan hekimbaşılar resmî kayıtlarda daha çok "reîsületıbbâ, seretıbbâ-i sultânî, seretıbbâ-i hâssa" ve halk arasında da "hekimbaşı efendi" adıyla anılırlardı.
Hekimbaşılar ilmiye sınıfına mensup, tıp ilmine vâkıf, çok iyi yetişmiş ehliyetli kişiler arasından seçilirdi; 1836 yılından sonra ise ilmiye sınıfı dışından da tayinler yapılmıştır. Bu makama getirilen kişiye ilk dönemlerde sadrazam, daha sonraları Dârüssaâde ağası, XVIII. yüzyıl sonlarında padişah huzurunda yapılan merasimle samur kürk giydirilir ve görevi ilân edilirdi. Hekimbaşı ayrıca "sancaklı" denilen aba giyer, başına da tepesi eğik, sarı çuha börk üzerine beyaz sarık (örfî destar) sarardı. Hekimbaşılar protokolde önemli bir yere sahiptiler. İlk dönemlerden itibaren padişahın eceliyle ölmesi durumunda hekimbaşı ihmali veya hatası bulunduğu düşüncesiyle görevinden alınır, padişahın hal'edilmesi veya başka sebeplerle tahttan ayrılması halinde yerinde bırakılırdı. Önceleri ehliyetli kişilerin hekimbaşı olmasına özen gösterilirken XVIII. yüzyılın sonlarında bu makama Dârüssaâde ağalarının etkisiyle tayinler yapılmış, bu arada yeteneksiz hekimler de iş başına getirilmiştir.
İlmiye sınıfına mensup olmaları sebebiyle hekimbaşılar Anadolu ve Rumeli kazaskerliğine kadar yükselebilir, ayrıca müderrislik ve kadılık gibi görevlere de tayin edilebilirlerdi. Has Odalılar'dan başlalaya tâbi olan silâhdar ağanın maiyetinde idiler ve XIX. yüzyıla kadar Topkapı Sarayı'nın "başlala kulesi" denilen ve hekimbaşı dairesi / eczahane olarak kullanılan yerde otururlardı. Padişah ve yakınlarının ilâçları buradaki eczahanede hekimbaşının tarifine göre, onunla başlala kullukçusunun ve zülüflü baltacının gözleri önünde eczacıbaşı tarafından hazırlanır, daha sonra kâse, hokka veya kutuya konulup üzerine târifnâmesi yazılarak başlala ve hekimbaşı tarafından mühürlenirdi.
Hekimbaşının XVI. yüzyılda aylığı 2360 akçe idi ve hazîne-i âmireden ödenirdi; son devirlerde bu miktar 6500 akçeye kadar çıkmış, 1837'den itibaren de Mansûre Hazinesi'nden karşılanmıştır. Hekimbaşı ulûfelerini de aylık olarak alır ve kendisine tahsis edilen Altıntaş mâlikânesinde otururdu. Ayrıca 600 kuruş gelirli Tekfurdağı (Tekirdağ) arpalığı hekimbaşılara ayrılmıştı, buna zaman zaman Aydın ve Gelibolu arpalıkları da eklenirdi. Bunlardan başka kendilerine hazîne-i âmireden kışlık ve "bahâriyye avâidi" adı altında kumaş verilirdi. Hekimbaşılar, zaman zaman padişahın emriyle hasta devlet adamlarının tedavisine gider, onlardan da ücret ve çeşitli hediyeler alırlardı. Hekimbaşıların hizmetinde muhzırlar, hünkâr kapıcısı, yeniçeri çuhadarı, baltacılar ve 100 kadar iç hademesi bulunmaktaydı.
Hekimbaşıların, başta padişah ve hânedan mensuplarının sağlığıyla ilgilenme işi olmak üzere sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri vardı. Özellikle padişahın hasta olmamasına dikkat ederler, yemeklerde dahi yanından ayrılmaz, her nereye giderse beraberinde bulunurlardı; sefere katıldıklarında da menzil tayinatı alırlardı. Aynı zamanda padişaha sağlık konularında danışmanlık yapan hekimbaşılar ilâçların dışında onlara kuvvet verici, iştah açıcı çeşitli şuruplar da hazırlarlardı. Hekimbaşılar her sene nevruzda (21 Mart) amber, afyon hulâsası ve birçok baharattan yapılan kırmızı renkli kokulu, "nevrûziyye" adında bir macunu, porselen kaplar içinde ve değerli kumaşlara sarılı bir halde padişah, şehzade ve sultanlara, kadınefendilere, sadrazama ve sarayın diğer ileri gelen devlet adamlarına merasimle takdim ederlerdi. Müneccimbaşının da yeni yılın takvimini sunduğu bu törende kendilerine kürk giydirilir ve çeşitli hediyeler verilirdi.
Saraydaki hastahane ve eczahaneleri yöneten hekimbaşı etıbbâ-i hâssa, cerrâhîn-i hâssa, kehhâlîn-i hâssa ve müneccimlerin de reisiydi; bu kişilerin seçimini yapar, onları tayin ve azlederdi. Saray dışında da ülkenin her yerindeki sağlık işleri onun denetimi altında bulunurdu. Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün sağlık kurumlarında görevli tabiplerin, cerrahların, kehhâllerin ve eczacıların tayini, ayrıca ordu tabiplerinin belirlenmesi onun tarafından yapılırdı. Tabip ve cerrahların özellikle İstanbul'da muayenehane açabilmeleri için hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma izin belgesi almaları gerekiyordu. Hekimbaşı zaman zaman İstanbul'daki müslüman ve gayri müslim tabip, cerrah, kehhâl ve attarları cerrahbaşı ve kehhâlbaşı ile birlikte teftiş ve imtihan eder, icâzeti bulunmayan ehliyetsiz kişilerin dükkânlarını kapattırır ve onları meslekten menederdi. Saray içinde ve dışındaki tıp eğitim ve öğretimiyle de doğrudan ilgiliydi; nitekim XIX. yüzyılda özellikle Hekimbaşı Behcet Mustafa Efendi çağdaş tıp eğitiminin başlatılmasında öncü olmuştur (bk. BEHCET MUSTAFA EFENDİ).
1837'de Bâb-ı Seraskerî Harbiye Nezâreti'nde Sıhhıye Dairesi'nin oluşturulmasıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. Hekimbaşılar 1840'ta Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne'de kurulan Meclis-i Umûr-ı Tıbbiyye'ye de 1850 yılına kadar başkanlık ettiler. 17 Nisan 1850'de Tıbbiye Nezâreti'nin ihdası ve hekimbaşının sağlık teşkilâtının tamamını kapsayan yetkilerinin kaldırılması üzerine görevleri saray başhekimliği ile (sertabâbet-i hazret-i şehriyârî) sınırlandırıldı; makam unvanı ise Mekteb-i Tıbbiyye nezâretine çevrildi. Son hekimbaşı, Sultan Abdülmecid döneminde üçüncü defa görev yapan Abdülhak Molla'dır. Elde bulunan belgelere göre kırk hekim hekimbaşılık görevini yürütmüş, bunların bazıları iki veya üç defa iş başına getirilmiştir.
|
|||||||
Padişah | Sıra nr. | Hekimbaşı | Tayini | Azli | Ölümü | ||
II. Bayezid (V. 1481-IV. 1512) |
1 | Mehmed Muhyiddin Efendi |
- - - - |
- - - - |
- 910 - 1504 |
||
2 | Hacı Hekim | - 910 - 1504 |
- - - - |
- 913 - 1507 |
|||
3/I | Ahî Çelebi | CA 913 XI 1507 |
Sa 918 IV 1512 |
- - - - |
|||
I. Selim (IV. 1512-IX. 1520) |
|||||||
4/I | Sinan (Sinâneddin Yusuf) |
Sa 918 IV 1512 |
Sa 921 III 1515 |
- - - - |
|||
3/II | Ahî Çelebi | Sa 921 III 1515 |
Şe 926 X 1520 |
Mu 931 XI 1524 |
|||
I. Süleyman (IX. 1520-IX. 1566) |
4/II | Sinan (Sinâneddin Yusuf) |
Şe 926 XII 1520 |
ZK 951 I 1545 |
ZK 951 I 1545 |
||
5 | Kaysûnî (Bedreddin b. Mehmed) |
ZK 951 I 1545 |
Mu 970 IX 1562 |
Mu 970 X 1562 |
|||
6 | Kosonî (Mehmed b. Mehmed) |
Mu 970 IX 1562 |
Sa 976 VIII 1568 |
Sa 976 VIII 1568 |
|||
II. Selim (IX. 1566-XII. 1574) |
|||||||
7 | Garsüddinzâde Mehmed Muhyiddin |
Sa 976 VIII 1568 |
ZH 982 III 1575 |
ZH 982 III 1575 |
|||
III. Murad (I. 1574-XII. 1595) |
|||||||
8 | Yûsuf Sinan | ZH 982 III 1575 |
CE 1005 I 1597 |
CE 1005 I 1597 |
|||
III. Mehmed I. Ahmed II. Osman I. Mustafa (I. 1591-V. 1622) |
|||||||
9 | Üsküplü Şemseddin | CE 1005 I 1597 |
ZH 1019 III 1611 |
- - - - |
|||
10 | Mûsâ | ZK 1026 XI 1617 |
Re 1031 V 1622 |
RA 1056 V 1646 |
|||
IV. Murad (IX. 1623-II. 1640) |
11 | Emîr Çelebi (Seyyid Mehmed) |
Re 1039 V 1629 |
RA 1048 VIII 1638 |
RA 1048 VIII 1638 |
||
İbrâhim (II. 1640-VIII. 1648) |
12 | Zeynelâbidîn b. Halîl | RA 1048 VIII 1638 |
RE 1056 V 1646 |
- 1057 - 1647 |
||
13/I | Hamalzâde Mehmed | RE 1056 V 1646 |
Sa 1057 III 1647 |
- - - - |
|||
14/I | Îsâ | Sa 1057 III 1647 |
RA 1057 V 1647 |
- - - - |
|||
13/II | Hamalzâde Mehmed | RA 1057 V 1647 |
CE 1057 VI 1647 |
- - - - |
|||
14/II | Îsâ | CE 1057 VI 1647 |
CE 1057 VI 1647 |
- - - - |
|||
13/III | Hamalzâde Mehmed | CE 1057 VI 1647 |
Şâ 1057 IX 1647 |
- - - - |
|||
14/III | Îsâ | Şâ 1057 IX 1647 |
ZK 1057 XI 1647 |
- - - - |
|||
13/IV | Hamalzâde Mehmed | ZK 1057 XI 1647 |
ZK 1057 XI 1647 |
- - - - |
|||
14/IV | Îsâ | ZK 1057 XI 1647 |
Re 1058 VII 1648 |
Şe 1059 VII 1649 |
|||
IV. Mehmed (VIII. 1648-XI. 1687) |
13/V | Hamalzâde Mehmed | Re 1058 VI 1648 |
Şe 1066 VII 1656 |
Şe 1066 VII 1656 |
||
15 | Sâlih b. Nasrullah | Şe 1066 VII 1656 |
RA 1080 VIII 1669 |
RA 1080 VIII 1669 |
|||
16 | Hayâtîzâde Mustafa Fevzî (Büyük) |
RA 1080 VIII 1669 |
Ra 1103 VI 1692 |
ZK 1103 VII 1692 |
|||
II. Süleyman (XI. 1687-VI. 1691) |
|||||||
17 | Tablî Hasan | Ra 1103 VI 1692 |
CA 1105 II 1694 |
Şâ 1118 XI 1706 |
|||
II. Ahmed (VI. 1691-II. 1695) |
|||||||
18 | Seyyid Yûsuf | CA 1105 II 1694 |
CA 1106 I 1695 |
- - - - |
|||
19 | Müneccimbaşı Arapzâde Mehmed |
CA 1106 I 1695 |
Re 1106 II 1695 |
Mu 1122 III 1710 |
|||
II. Mustafa (VII. 1695-VIII. 1703) |
20 | Nuh | Re 1106 II 1695 |
Şâ 1119 XI 1707 |
Şâ 1119 XI 1707 |
||
III. Ahmed (VIII. 1703-X. 1730) |
21 | Yenibahçeli Mehmed | Şâ 1119 XI 1707 |
Sa 1127 II 1715 |
Sa 1135 X 1723 |
||
22 | Ömer | Sa 1127 II 1715 |
CA 1136 II 1724 |
CA 1136 II 1724 |
|||
23 | Hâyâtîzâde Mustafa Fevzî (Küçük) |
CA 1136 II 1724 |
ZK 1148 II 1736 |
- 1151 - 1738 |
|||
I. Mahmud (X. 1730-XII. 1754) |
|||||||
24 | Hayâtîzâde Mehmed Emin |
ZK 1148 III 1736 |
RE 1159 IV 1746 |
- 1161 - 1747 |
|||
25/I | Hayâtîzâde Kethüdâsı Mehmed Said |
RE 1159 IV 1746 |
Şe 1159 X 1746 |
- - - - |
|||
26 | Müneccimbaşı Ahmed |
Şe 1159 X 1746 |
Mu 1161 I 1748 |
- 1163 - 1750 |
|||
25/II | Hayâtîzâde Kethüdâsı Mehmed Said |
Mu 1161 I 1748 |
CA 1168 IV 1755 |
- 1171 - 1757-58 |
|||
III. Osman (XII. 1754-I. 1757) |
27 | Halebî Mustafa | CA 1168 IV 1755 |
Sa 1171 XI 1757 |
- - - - |
||
III. Mustafa (XI. 1757-I. 1774) |
28/I | Mehmed Ârif | Sa 1171 XI 1757 |
ZK 1171 VII 1758 |
- - - - |
||
29 | Kâtibzâde Mehmed Refî |
ZK 1171 VII 1758 |
CE 1182 IX 1768 |
CE 1183 IX 1769 |
|||
30 | Mehmed Emin | CE 1183 IX 1769 |
ZK 1187 I 1774 |
- - - - |
|||
I. Abdülhamid (I. 1774-IV. 1789) |
28/II | Mehmed Ârif | ZK 1187 I 1774 |
ZH 1189 II 1776 |
- - - - |
||
31 | Subhîzâde Abdülaziz | ZH 1189 II 1776 |
ZH 1190 II 1777 |
Şe 1197 IX 1783 |
|||
28/III | Mehmed Ârif | ZK 1190 I 1770 |
CA 1197 V 1783 |
CA 1197 V 1783 |
|||
32 | Hâfız Hayrullah | CA 1197 V 1783 |
RA 1200 II 1786 |
Ra 1210 IV 1796 |
|||
33 | Gevrekzâde Hâfız Hasan |
RA 1200 II 1786 |
ZK 1203 VIII 1789 |
- 1216 - 1801 |
|||
III. Selim (IV. 1789-V. 1807) |
34 | Mehmed Sâdık | ZK 1203 VIII 1789 |
Ra 1211 IV 1797 |
Şâ 1215 XI 1800 |
||
35 | Nûman Naîm | Ra 1211 III 1797 |
Sa 1218 V 1803 |
ZH 1220 II 1806 |
|||
36/I | Behcet Mustafa Efendi |
Sa 1218 V 1803 |
CE 1222 VII 1807 |
- - - - |
|||
IV. Mustafa (V. 1807-VII. 1808) |
37 | Tuğcuzâde Ahmed Abdülkadir |
CE 1222 VII 1807 |
CA 1223 VIII 1808 |
Sa 1231 I 1816 |
||
II. Mahmud (VII. 1808-VII. 1839) |
38 | Nûmanzâde Mustafa Mesud |
CA 1223 VIII 1808 |
Şe 1232 IX 1817 |
Mu 1236 X 1820 |
||
36/II | Behcet Mustafa Efendi |
Şe 1232 IX 1817 |
RA 1237 XII 1821 |
- - - - |
|||
39 | Bendireklizâde Mehmed Said |
RA 1237 IX 1821 |
ZK 1238 VII 1823 |
Re 1242 II 1827 |
|||
36/III | Behcet Mustafa Efendi |
ZK 1238 VII 1823 |
ZK 1249 III 1834 |
ZK 1249 III 1834 |
|||
40/I | Abdülhak Molla | ZH 1249 IV 1834 |
ZH 1252 III 1337 |
- - - - |
|||
41 | Ahmed Necib | ZH 1252 III 1837 |
RE 1255 V 1839 |
- - - - |
|||
I. Abdülmecid (VII. 1839-VI. 1861) |
40/II | Abdülhak Molla | RE 1255 V 1839 |
Şe 1261 X 1845 |
- - - - |
||
42 | İsmâil Paşa | Şe 1261 X 1845 |
ZK 1264 X 1848 |
- 1297 - 1880 |
|||
40/III | Abdülhak Molla | ZK 1264 X 1848 |
ZH 1265 X 1849 |
Şâ 1270 V 1854 |
|||
Mu: Muharrem, Sa: Safer, RE: Rebîülevvel, RA: Rebîülâhir, CE: Cemâziyelevvel, CA: Cemâziyelâhir, Re: Receb, Şâ: Şâban, Ra: Ramazan, Şe: Şevval, ZK: Zilkade, ZH: Zilhicce I: Ocak, II: Şubat, III: Mart, IV: Nisan, V: Mayıs, VI: Haziran, VII: Temmuz, VIII: Ağustos, IX: Eylül, X: Ekim, XI: Kasım, XII: Aralık |