Sözlükte "delil, burhan, senet" anlamına gelen hüccet (çoğulu hücec) "bir davanın sıhhatine delâlet eden şey" demektir. Osmanlı hukuk terminolojisinde hüccet kelimesi iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi şahitlik, ikrar, yemin ve yeminden nükûl gibi bir davayı ispata yarayan hukukî delillerdir. Mecelle'de, "Beyyine hüccet-i kaviyye demektir" (md. 1676) ifadesi bu anlamdadır. İkincisi kadı huzurunda taraflardan birinin ikrarını, diğerinin bu ikrarı tasdikini içeren ve bir hükmü ihtiva etmeyen hususlara dair düzenlenmiş belgelere verilen addır. Bu tür belgelerin üst tarafında kadının imzası ve mührü bulunur. Hüccet asıl bu belgeler için terim olarak kullanılmıştır. Genellikle her iki anlamı ifade eden belgelere de gerektiğinde bir hakkı ispat edici delil olarak kullanılabilmeleri dolayısıyla hüccet denilmiştir.
İslâm tarihinde şer'î mahkemelerde görülen davalar neticesinde bir belge (hüccet) tanziminin ilk defa Emevîler döneminde başladığı bilinmektedir. Daha önce Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerinde ne Kādî Şüreyh ne Şa'bî ne İyâs b. Muâviye ne de diğer kadılar dinledikleri davaların sonunda yazılı bir belge kaleme almışlardı (Hâcibzâde Muhammed b. Mustafa, vr. 1b). Kaynaklarda, dava sonuçlarını ve mahkeme kararlarını deftere kaydeden ilk kadı olarak Emevî Halifesi I. Muâviye tarafından Mısır kadılığına tayin edilen Süleym b. Itr b. Seleme b. Mâlik (ö. 75/694) gösterilir. Bu kaynaklara göre Süleym mirasla ilgili olarak kendisine getirilen bir davayı çözmüş ve kararı şifahî olarak taraflara tebliğ etmiş, fakat bir müddet sonra ihtilâfa düşen taraflar aynı davayı tekrar kendisine getirince bu defa verdiği kararı sicile kaydetmiş ve bunu iki şahitle belgelemiştir (Safedî, s. 336-337; Hasan İbrâhim Hasan, I, 501). 120 (738) yılında Kûfe kadısı olan Abdullah b. Şübrüme de huzuruna gelen davaların çoğalması üzerine aynı mesele hakkında verilen kararlar arasında doğabilecek çelişkileri gidermek için görülen bütün davaları deftere kaydedip vak'aları zaptetme usulünü getirdi (Hâcibzâde Muhammed b. Mustafa, vr. 1b). Bu usul diğer şehirlerdeki kadılar tarafından da benimsendi ve yaygınlık kazandı; giderek bütün Ortaçağ boyunca yargının önemli bir organı olarak müslüman devletlerde varlığını sürdürdü. Bu dönemlerde mahkemelerde davalar görüldükten sonra muhâkeme "sonunda bir davanın İslâm fıkhına uygun biçimde yazılması" demek olan "sak"ler Arapça olarak kaleme alınıp sicile kaydedilmekteydi. İlk müslüman Türk devletleriyle Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları'nda da mahkeme sicilleri Arapça olarak tutulmuştur. Bu durum Osmanlılar'ın ilk dönemlerinde de devam etmiş ve mahkeme sicillerinde yer alan hüccetlerin büyük bir bölümü Arapça yazılmıştır. Bazı mahkeme sicillerinde Türkçe kayıtlar da bulunmakla birlikte Arapça kayıtların XVI. yüzyıl sonlarına kadar yer almaya devam ettiği, hatta İstanbul, Galata, Üsküdar ve Eyüp kadılıklarına ait sicillerde Arapça hüccet kayıtlarının kısmen de olsa XVII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar varlığını koruduğu görülmektedir. Bu dönem sicillerinde Arapça hüccetler arasında yer alan Türkçe hüccetlerin genellikle bozuk bir hatla kısa ve ifade bakımından daha basit olarak yazıldığı göze çarpmaktadır. Bu durum o dönemde henüz Türkçe bir sak dilinin oluşmadığını gösterir. Kadı sicillerinde yer alan Türkçe hüccetlerin yazı stilleri ve ifade şekilleri bakımından belli bir standarda ulaşması XVII. yüzyıl sonlarına doğru mümkün olabilmiştir. Bunda, kâtiplerin eğitim seviyeleri yanında bu yüzyıl ortalarından itibaren bazı kadıların mahkeme kararlarının kaleme alınmasında kolaylık sağlamak amacıyla hazırladıkları Türkçe sak mecmualarının da rolü olsa gerektir.
Genellikle her hüccette davacı (mukır), davalı (mukarrun leh) ve bu iki taraf arasında dava konusu olan mesele olmak üzere üç temel unsur bulunur. Kadı huzurunda görülen dava neticesinde duruma göre hüccetin aslı taraflara verilir, sûreti de sicile kaydedilirdi. Orijinal hüccetlerde kadının ismi ve mührü (tasdik ibaresi) bulunduğu halde sicillere kaydedilmiş hüccetlerde bunlar yer almaz.
Hüccetlerin konusu kadılar tarafından ele alınmış her türlü kazâî vak'alardır. Başlıca hüccet çeşitleri şunlardır: Köle ve köle âzadı (i'tâk, tedbîr, mükâtebe), evlenme (akd-i nikâh), karşılıklı rızâ ile boşanma (muhâlea), boşama (talâk), nikâhın feshi, nafaka, terbiye velâyeti (hidâne), miras, rehin, rehini kaldırma (fekk-i rehin), borçla ilgili ihtilâflı konular, alım satım mukaveleleri, icâre, vesâyet, vekâlet, emanet, sulh, hacr-iflâs, lukata, gasp, cinayet.
Hüccetlerin özel bir çeşidi de vakfiyelerdir. Vakfiyeler hem şekil hem muhteva bakımından diğer hüccetlerden ayrılır. Vakfiyeler, vakıf hükmî şahsiyetinin nizamnâmesi mesabesinde olan ve farazî bir dava neticesinde şer'iyye mahkemeleri tarafından tanzim ve tasdik edilen hüccetlerdir. Menkul vakfiyeleri, akar vakfiyeleri, istibdâl vakfiyeleri gibi çeşitleri vardır.
Bunların dışında bir de şeklen daha değişik mahiyette olan hüccet-i zahriyye bulunmaktır. Zahriye, resmî belgelerin arkasına yazılan veya konan yine resmî makamlara ait tasdik beyanları, emirler vb. hâşiyeler demektir. Hüccet-i zahriyye de hukukî bir hakkın tasdikli sûreti, resmî bir belgenin kadı tarafından sûreti çıkarılıp arka yüzünün onaylanmasıdır. Daha ziyade mukātaalardan veya vakıflardan maaş alan bazı görevli ya da emeklilere mukātaa eminleri ve vakıf mütevellileri tarafından yapılan ödemeleri belgelemek üzere kadılar tarafından tanzim edilir. Bu tür hüccetlerde belgenin bir yüzünde mukātaadan maaş alan görevli veya emeklinin beratının tasdikli sûreti bulunur, diğer yüzünde de berat sahibinin mukātaa emininden veya vakıf mütevellisinden maaşını aldığına dair ikrarı yer alır.
Hüccetin Bölümleri. Hüccetler yukarıdan aşağıya doğru muayyen bölümlerden meydana gelir. 1. Dua. Ferman ve beratlarda olduğu gibi en üstte ve ortada bulunur. Kısa ve uzun bütün hüccetlerde bu rükün yer alır. En yaygın olarak "hüve" ibaresi kullanılmakla birlikte (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 30, 31, 34; Kanûnî Sultan Süleyman Devri, nr. 172, 303, 307; III. Murad Devri, nr. 381, 439, 440) "hüve'l-muîn" (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 32), "hüve'l-ganiyyü'l-mugnî" (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 33), "hüve'l-mâlik" (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 71), "hüve'l-muvaffık" (BA, AE, Fâtih Devri, nr. 33) gibi dua ibarelerine de yer verilmiştir. Tasdik ibareleri kadar olmamakla birlikte bazı hüccetlerde muhtevaya uygun dua ibarelerinin yer aldığı görülmektedir. Sicillerde kayıtlı hüccet sûretlerinde ise bu dua ibareleri bulunmaz.
2. Girizgâh. Bu kısım tasdik ibaresiyle kadının imzasını ve mührünü ihtiva eder. Genellikle ferman ve beratlarda yer alan tuğra gibi ortada olmayıp biraz solda yer alır. Kadının imzasının yani tasdik ibaresinin yanında kadının adıyla birlikte bulunduğu kazanın adı da yazılıdır. Kadılar genellikle kendilerine mahsus tasdik ibareleri kullanmışlardır. Genel olarak bütün hüccetlere konabilen "el-emru kemâ zükire (kütibe, hurrire, rukıme, zübire, sütıre) fîhi nemekahu (harrerehu)'l-fakīr ileyhi sübhânehû (azze şânühû)" veya "el-emru hasebe mâ yahvîhi (hurrire fîhi) nemakahu'l-fakīr ileyhi sübhânehû" (BA, AE, IV. Mehmed Devri, nr. 1740, 1953, 2015, 2067, 2068, 2192, 2410, 2412) gibi tasdik ibarelerinin yanında tasdik edilen hüccet türünün konusuna uygun düşen bazı tasdik formülleri de kullanılırdı. Bu konuda bazı sak mecmualarında ve yazma eserlerde, kadı ve nâiblerin hüccetlerde ve diğer belgelerde kullanmaları amacıyla hazırlanmış örnek tasdik ibarelerini ihtiva eden listeler bulunmaktadır (Debbağzâde Nûman Efendi, vr. 220a-231a; Mecmûatü's-sükûk ve'l-hücec, vr. 1a-9a, 55b-60b; Hızır b. Osman, vr. 191a-192a). Tasdik ibareleri Arapça olup kadının imzası dahil bütün harfler noktasızdır. Sonunda "gufire leh ve ufiye anh (anhümâ)" gibi Allah'tan mağfiret dileyen dua ibareleri yer alır. Yazı çeşidi daha ziyade ta'liktir. Sicillerdeki hüccet sûretlerinde bu girizgâh kısmı çok nâdir olarak yer alır.
3. Metin. Hüccetin metin kısmı başlangıç, hüviyet tesbiti ve asıl konu olmak üzere üç bölüme ayrılır. a) Başlangıç. Daha değişik şekilleri de olmakla birlikte en çok kullanılan başlangıç formülleri şunlardır: "Sebeb-i (bâis-i, vech-i) tahrîr-i kitâb (hurûf, sicil, kalem) oldur (budur) ki", "sebeb-i tahrîr-i kitâb (-ı şer'î) ve mûcib-i tastîr-i hitâb (-ı hükmî) oldur (budur) ki", "sebeb-i tahrîr-i kitâb-ı sıhhat-nisâb oldur (budur) ki". Genellikle sicillere kaydedilen hüccetlerde bu başlangıç ihtisar edilip "oldur ki" veya "budur ki" şeklinde yer alır. Ancak sicillerin büyük bir bölümünde kâtiplerin bunu da yazmayıp ihmal ettikleri görülmektedir.
b) Hüviyet Tesbiti. Tarafların kimliklerinin tanıtılmasından ibarettir. Önce birinci tarafın ikametgâhı, kendisinin ve babasının adı, çok defa lakabı zikredilir. Eğer şehirde oturuyorsa o şehrin ve mahallenin adı da belirtilir. Şehrin ismi genellikle "mahmiyye, mahrûsa" veya "medîne" kelimeleriyle tavsif edilerek zikredilir. Birinci tarafın "... nâm kimesne" ibaresiyle tamamlanan hüviyet tesbitinden sonra mahkemeye atıfta bulunulur. Mahkeme yerine "meclis-i şer'" (şer'-i enver, şer'-i şerîf, şer'-i şerîf-i enver), "meclis-i şer'-i hatîr" (hatîr-i lâzimü't-tevkīr), "mahfil-i kazâ" vb. tabirler kullanılır. Birinci tarafı müteakip ikinci tarafın kimliğinin tesbiti yapılır. Birinci tarafın hüviyetinin tesbiti sırasında "işbu" kelimesiyle başlayan şahıs isimlerinden evvel çok defa şu ifade şekilleri görülür: "Hâmilü'l-kitâb, râfiu'l-kitâb, hâmilü hâze'l-kitâb, sâhibü'l-kitâb, hâfizü'l-vesîka, bâisü's-sicil". Bu ifade şekilleriyle hüccetin sahibi olan kişi belirtilmek istenir. İkinci tarafın hüviyeti de tesbit edildikten sonra "mahzarında" veya "muvâcehesinde" tabiri yer alır. Bu tabir, iki tarafın da mahkeme huzurunda birlikte bulunduklarını ifade eder. Bundan sonra da bir dizi ifade şekilleri görülür: "İkrar edip, takrîr-i kelâm (merâm) edip (kılıp), ikrâr-ı sahîh-i şer'î ve i'tirâf-ı sarîh-i mer'î kılıp, ikrâr-ı tav'î ve i'tirâf-ı mer'î kılıp, üzerine dava edip, bi-tav'ıhî ikrar ve i'tirâf (ikrar ve takrîr-i kelâm) edip, "takrîr-i kelâm ve bast-ı merâm edip (kılıp)". Bütün bu ifadeler, "Şöyle beyanda bulunmaktadır" anlamına gelir.
c) Meselenin Takdimi. Hüccetin asıl bölümünü teşkil eden ve hangi konuyu ihtiva ettiğini ortaya koyan bölümdür. Başlıca üç temel unsuru bulunur. Birinci Tarafın Beyan ve İkrarı. Bugünkü hukuk dilinde icap hüccetin en anlamlı ve temel bölümünü teşkil eder. Zira hüccetin konusunu meydana getiren meselenin tamamı burada açıklanmaktadır. Meselâ alım satım hüccetlerinde mebî' ile (satılan mal, eşya) ilgili her husus (cinsi, miktarı, vasıfları) teferruatıyla anlatılır. Eğer satılan gayri menkul ise yeri, sınırları, satış bedelinin miktarı açıkça belirtilir. Bu tür hüccetlerde birinci tarafın yani satıcının beyanları şu tür formüllerle sona erer: "Semenini bi't-tamâm kabz eyledim"; "Teslîm-i mebî' ve kabz-ı semen eyledim"; "Bey'-i bât-ı kat'î birle bey' edip kabz-ı semen ve teslîm-i mebî' eyledim; Ba'de'l-yevm mülk-i müşterâsıdır (mülk-i müşterâsı olup benim kat'â alâkam kalmadı) keyfe-mâ yeşâ' ve yahtar mutasarrıf ola (olup) min ba'd tasarrufuna kimesne mâni olmaya". Bazı satış hüccetlerinde "bey'-i bât-ı kat'î"den sonra "safka-i vâhide" tabiri yer alır. "Karşılıklı el sıkışma" veya "taraflardan birinin elini diğerinin eline vurması" demek olan safka, alım satım akidlerinde tarafların iradelerinin bir noktada birleştiğini ifade eder. Ödenmemiş borca müteallik hüccetlerde birinci tarafın beyanı, "Şer' ile sual olunup tescil olunmasını talep iderim" veya, "Sual olunup alıverilmek matlûbumdur (murâdımdır)" gibi cümlelerle sona erer. Borcun ödenmiş olduğu veya herhangi bir alacağın kalmadığı ifade edilmek istendiğinde, "Zimmetinde (zimmetlerinde) bir akçe ve bir habbe hakkım kalmadı" şeklinde ibareler kullanılır. İkinci Tarafın Beyanı. Hüccetlerin büyük bir kısmında ikinci tarafın beyanı birinci tarafın ikrarını teyit edici mahiyettedir ve bu "gıbbe't-tasdîk" veya "gıbbe't-tasdîkı'ş-şer'î" ibaresiyle ifade edilir. Ancak biraz daha uzun olarak "mukırr-i (mukırre-i) mezbûrun vech-i meşrûh üzere (cârî) olan ikrarını (kelâmını) mukarrun lehü'l-(lehe'l-) mesfûr (merkūm) bi'l-muvâcehe (ve bi'l-müşâfehe) kabul ve tasdik eyledikten sonra" veya "mukırr-i mezbûru kelimât-ı meşrûhasında mezbûr bi'l-muvâcehe tasdik ve bi'l-müşâfehe tahkik edicek" gibi ifadeler kullanılır. "Ettikten (eyledikten) sonra" ve "edicek" kelimelerinin yerinde "etmeğin, eylemeğin, ettiğinde, ettiklerinde" gibi kelimeler de kullanılabilir. İkinci taraf birinci tarafın beyanlarını inkâr ettiği takdirde birinci taraftan beyanlarını teyit eden bir delil istenir. Bu delil isteği, "gıbbe's-suâl ba'de'l-inkâr beyyine talep olundukta" veya "gıbbe's-suâl ve'l-inkâr müddeî-i mezbûrdan da'vâsına mutâbık beyyine talep olundukta" gibi cümlelerle ifade edilir. Bu cümleden sonra "adûl müslimîn" tabir edilen şahitlerin kadı huzurundaki şahadetleri yer alır. Birinci tarafın lehine ve ikrarına yardımcı olan bu şahadet, "Biz bu hususa bu vech üzere şâhitleriz, şahadet dahi ederiz deyü her biri edâ-i şahadet eylediklerinde" tarzında ifade edilir. Şahitlerin ifadesini genel olarak bu tür hüccetlerde "ba'de't-ta'dîl ve't-tezkiye şahadetleri makbul olmağın" veya "şahadetleri hayyiz-i kabûlde vâki olup" ibareleri takip eder. Kitâbet Kaydı. Mahkeme siciline kayıt, ikinci tarafın ikrarına veya şahitlerin ifadesine bitişik olarak şu formüllerle yapılır: "Mâ-vakaa bi't-taleb kayd (ketb, kayd-ı sicil) olundu"; "Mâ-hüve'l-vâkı' gıbbe't-taleb tahrir olundu"; "Mâ-vakaa bi't-taleb ketb şüd"; "Mâ-hüve'l-vâkı' (filân) talebiyle ketb (kayd-ı sicil) olundu". Bunların dışında bazı hüccetlerin kitâbet kayıtlarının "kayd şüd, kayd-ı sicil şüd, ketb ve terkım olundu" ve "ketb-i sicil olundu" gibi formüllerle sona erdiği de görülmektedir. Hüccetin taraflara teslim edildiği ifade edilmek istendiğinde ikinci tarafın beyanından sonra, "İşbu vesika ber-sebîl-i temessük (li-ecli't-temessük) ketb ü tahrir (imlâ) olunup yed-i tâlibe vaz' olundu"; "İşbu vesîka-i enîka ketb olunup yedine (yedlerine) vaz' olundu"; "İşbu vesîka temessüken (temessüken leh) ketb (ve tahrir) olunup yedine (yedlerine) vaz' ve def' olundu"; "Bu vesika tesvid olunup yedine def' olundu" gibi cümleler kullanılır. Bu cümlelerden sonra genellikle, "Ki vakt-i (hîn-i) hâcette (lede'l-hâce) ihticâc edine"; "Hîn-i zârurette temessük edine" veya, "Lede'l-hâce müzekkir-i mâcerâ ola" gibi ibareler yer alır (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 35; III. Murad Devri, nr. 381, 439, 440; III. Mehmed Devri, nr. 164).
4. Hâtime. Hüccetin hâtime bölümü iki kısımdır. a) Tarih. Hüccetlerin üzerindeki tarih kayıtları ferman ve beratlardakilerde olduğu gibi genellikle yazı ile belirtilir (BA, AE, II. Bayezid Devri, nr. 33, 34, Kanûnî Süleyman Devri, nr. 172, 303, 307; II. Selim Devri, nr. 29; III. Murad Devri, nr. 381; III. Mehmed Devri, nr. 15; I. Ahmed Devri, nr. 395, 692; İbrâhim Devri, nr. 448, 483). Ancak sicillerdeki hüccet sûretlerinde yılın, bazan da günün rakamla belirtildiğine de rastlanmaktadır. Tarih kaydına "tahrîren (hurrire) fi'l-yevm" veya "tahrîren el-yevm" ibareleriyle başlanır. Şer'iyye sicillerindeki hüccetlerde kâtip çok defa pratik mülâhazalarla "fi't-târîhi'l-mezbûr" ibaresini kullanır ki bu ibare "daha önceki kaydın tarihi" anlamına gelir. b) Şühûdü'l-hâl. Duruma, olaya şahit olanlar diye ifade edilebilir. Bu kişiler cereyan eden adlî muamelenin şahitleri olarak görülür. Onların hazır bulunuşu, muhâkemenin aleniyet içinde ve dürüst şekilde yapıldığını ispat etmesi bakımından son derece önemlidir. Bu şahitler genellikle kadı, imam-hatip, müezzin gibi ulemâ ve din görevlileriyle esnaftan, sanatkârlardan, idarî ve askerî teşkilâta mensup kişilerden oluşurdu. Kaydı kaleme alan kâtip de şahitler arasında bulunurdu. Çok defa rastlanan bir başka şahit ise "muhzır" tabir edilen mahkeme mübâşiridir. Muhzır aynı zamanda gerektiğinde kâtip olarak da görev yapar. Hüccetlerde "şühûdü'l-hâl" ibaresi yazılırken genellikle "şîn" veya sondaki "lâm" harfinin satırın sonuna kadar uzatıldığı, bu ibarenin sicillerdeki hüccetlerde bazan düz, bazan da helezonik bir çizgi veya buyruldu şeklinde kaydedildiği görülmektedir.
Bir mahkemenin hüccet tanzim edip tarafların eline vermesi ve bir sûretini şer'iyye sicil defterine kaydetmesi demek, o konuda bazı istisnaî durumların dışında hukukî çekişmenin vâki olmayacağı ve olsa da mahkemenin hücceti elinde bulunduran taraf lehine karar vereceği mânasını taşır. Şer'î mahkemelerde verilen hüccet, hüccet konusu hukukî meselede karşı taraf aleyhine, şartlarına uygun hazırlandığı ve içeriğine şahit bulunduğu takdirde bir delil olarak kabul edilirdi. Meselâ bir evin satın alındığını gösteren hüccet, o evin müşterisi aleyhine açılacak davalarda yazılı delil olarak kullanılabilir. Dolayısıyla şer'iyye sicillerindeki kayıtların çoğunluğunun neden hüccetlerden teşekkül ettiği de bu çerçevede daha iyi kavranır. Esasen tarifi yapılan yazılı belgeye hüccet denmesinin sebebi budur (Ali Haydar, IV, 718-719; Akgündüz, s. 21). Şer'iyye mahkemelerinde hâkim hüccet ve ilâmları kaydedeceği bir şer'iyye sicili bulundurmak zorundadır. Düzenlediği hüccet ve ilâmların aslını taraflara verdiği gibi bir sûretini de şer'iyye sicil defterine kaydeder. Şu halde bir konuda iki hüccet metni vardır. Biri ilgililere verilen, diğeri de sicile kaydedilen metindir.
Hüccetlerin hücec-i hattıyyeden olarak kesin delil sayılması için Mecelle'de iki madde yer almaktadır. 1738. maddede hile ve fesaddan sâlim olabilecek şekilde tutulan mahkeme sicilleriyle amel olunabileceği ve bunların yazılı delillerden sayıldığı ifade edilmiştir ki hüccetler de buna dahildir. Hile ve fesaddan sâlim olmayan hüccetlerin delil olarak kullanılması için içeriğine şahit istenir. 1739. madde ise hüccetlerin özel bir çeşidi olan vakfiyeler için kaydedilmiştir. Burada mücerred vakfiye ile amel olunamayacağı, ancak şer'iyye sicillerinde kayıtlı bulunan hile ile şüpheden uzak hüccetlerin yazılı delil olarak kullanılabileceği açıklanmaktadır. Yani Mecelle'de ve Mecelle'ye kadarki İslâm ve Osmanlı hukukunda hüccetlerin hukukî değerlendirilmesi yukarıda hükümleri zikredilen iki madde ile özetlenebilir ve kabul edilebilmeleri için hile ve fesaddan sâlim olma şartı aranır (Ali Haydar, IV, 551-556).
Tanzimat'tan sonra bu durum değişmiştir. Tanzimat'ın ardından değişik tarihlerde düzenlenen tâlimatnâmelerle şer'iyye sicillerinin tanzim şekli yeni esaslara bağlandığı gibi hukukî açıdan ifade edecekleri değerler de kesin kurallara bağlanmıştır. Bu düzenlemeler şöylece özetlenebilir: 13 Safer 1276 (11 Eylül 1859) tarihli Bilumum Mehâkim-i Şer'iyye Hakkındaki Nizamnâme'ye şer'iyye sicilleriyle ilgili az da olsa özel hükümler konulmuş ve alınacak harçlarla ilgili bazı hükümler tanzim edilmiştir (Düstur, Birinci tertip, I [1289], s. 301-304; Ahmed Âsım - İbnü'r-Rızâ Mahmud Celâleddin, s. 104-114). Bu nizamnâmeye uygun olarak hüccet, i'lâm vb. şer'iyye sicillerinin tanzim şekli Şeyhülislâm Mehmed Ârif Efendi'nin emriyle Çavuşzâde Mehmed Azîz tarafından hazırlanan Dürrü's-sükûk (İstanbul 1277) adlı mecmuada konularına göre yer almıştır. Şer'iyye sicilleri ve dolayısıyla hüccetlerle alâkalı asıl hukukî düzenleme, 15 Zilhicce 1290 (3 Şubat 1874) tarihli Sicillât-ı Şer'iyye ve Zabt-ı Deâvî Cerîdeleri Hakkında Tâlimat ile yapılmıştır (Düstur, Birinci tertip, IV [1296], s. 83-85). Bu tâlimata göre İstanbul'da ve taşrada bulunan bütün şer'iyye mahkemelerinde mevcut olan sicillerin tam bir sayfalandırılması yapılacak, her çeşit yazılı belgenin aslı mutlaka sicile kaydedilecek, kaydeden kişi (mukayyid) özel mührünü vuracak, yazılar okunaklı olacak, kazıntı ve silinti bulunmayacak, satır aralarına bir şey ilâve edilmeyecek, edilirse kadı tasdik edecek, yıpranmış siciller tamir edilecek, sicillerin korunması için her mahkemede özel bir sandık bulunacak ve her akşam mukayyid tarafından mühürlenecektir. Kadının görevi sona erdiğinde sicil defterlerini özel mührüyle tasdik edecektir.
Bu tâlimatla hüccetlerin ve diğer şer'iyye sicil kayıtlarının düzenlenmesi belli bir nizam altına alındığı gibi Mecelle Cemiyeti tarafından yirmi beş madde halinde tanzim edilen Bilâ-Beyyine Mazmûniyle Amel ve Hüküm Câiz Olabilecek Surette Senedât-ı Şer'iyyenin Tanzimine Dair 4 Cemâziyelûlâ 1296 (26 Nisan 1879) Tarihli Tâlimatnâme ile de hüccetlerin kesin delil olabilecek şekilde tanziminin esasları tesbit edilmiştir. Bu tâlimata kadar hüccet ve ilâm gibi resmî belgeler dahi muhtevalarına şahit bulunmadıkça mahkemelerde kesin delil olarak kullanılamazdı. Bu durum, senetten beklenen amacı gerçekleştirmeyi zorlaştırdığı gibi muhtevaya şahitlik edecek kişinin vefatı veya gaipliği gibi bazı hallerde senedin tamamen hükümsüz kalması sonucunu doğurabilmekteydi. Hüccetlerin hukukî değeri konusunda yeni bir dönemi başlatan bu tâlimata göre bundan böyle düzenlenecek bütün hüccetlerin şahit istenmeden muhtevasıyla amel ve hüküm câiz olacaktır, yani hüccetler artık kesin yazılı delil sayılacaktır. Bu tâlimattan önce verilen hüccetlerle mazmununa şahit istenmeden amel olunması câiz görülmemiştir. Bu hususta Mecelle Cemiyeti'nin müstakil bir kararı da mevcuttur (Düstur, Birinci tertip, IV [1296], s. 78-82; Ali Haydar, IV, 556, 719).
Son dönemde şer'iyye mahkemelerince verilip bizzat ilgililerince re'sen veya temyiz edilmek üzere getirilen hüccetlerin doğru ve usulüne uygun olup olmadığı fetvahânenin i'lâmat odasında incelenirdi. İ'lâmat odasına gelen hüccetleri önce mümeyyiz muavini, sonra mümeyyiz inceler ve mütalaasını ilişik pusulaya yazarak imzaladıktan sonra i'lâmat müdürüne verirdi. İ'lâmat müdürü bu mütalaaları doğru bulursa imza eder, bulmazsa görüşünü yazarak fetva eminine takdim ederdi. Fetva emini imzaladıktan sonra "yazıla" işaretiyle yazı masasına bırakılırdı. Fetva emini i'lâmat müdürünün görüşünü uygun bulmazsa sebebini pusulaya yazarak kendisine iade eder; fetva emini başkanlığında i'lâmat müdürü, reîsü'l-müsevvidîn ve fetva emini muavini toplanarak müzakere ettikten sonra gereği kararlaştırılır, ihtilâf halinde fetva emininin görüşü tercih edilirdi. İcabı derkenar suretiyle yazılan hüccet fetva emini ve i'lâmat müdürü tarafından mühürlenip onaylanır, re'sen gelenler sahiplerine verilir veya verilmek üzere geldiği yere iade edilirdi. Temyiz suretiyle gelenler tasdik edilirse Meclis-i Tetkīkāt-ı Şer'iyye Dairesi'ne havale edilirdi (Berki, s. 84-85; DİA, XII, 498).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi