Hudavendigar Meşhedi ne zaman inşa edildi?

Üsküp-Priştine yolundan şehre girmeden Mitroviça'ya ayrılan yolun sağındaki bir tepenin üstünde bulunan Gazi Mestan Türbesi geçildikten sonra düzlükte yer almaktadır. Birleşik Sırp ordusu ile I. Murad idaresindeki Osmanlı kuvvetleri arasında meydana gelen I. Kosova Savaşı (1389) bu bölgede yapılmış, Osmanlı ordusunun zaferinden sonra I. Murad savaş alanında Miloş Obiliç adında bir Sırplı tarafından şehid edilmişti. Genellikle kabul edildiğine göre, I. Murad'ın burada tahnît edilen cesedinden çıkarılan iç organlarının gömüldüğü yerde sembolik olarak bir türbe yapılmış, naaşı ise Bursa'ya götürülerek Çekirge semtinde Hudâvendigâr Külliyesi'ndeki hazîreye defnedilmiştir. Kosova'daki türbe Rumeli'de bulunan birçok gazieren türbesi gibi açık bir türbe olmalıdır. Bu türbeyi II. Kosova Savaşı'nın (1448) II. Murad tarafından kazanılmasına kadar geçen süre içinde Sırplar'ın sağlam bırakmış olduğunu düşünmek zordur. Bu sebeple türbenin günümüze kadar gelen mimarisinin esası, büyük ihtimalle II. Kosova Savaşı'nın ardından ve Makedonya'nın kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmasından sonra yapılmıştır. Neşrî, Fâtih Sultan Mehmed'in 859'da (1455) çıktığı Sırp seferinde Novoberda Kalesi'ni fethettikten sonra I. Murad'ın şehid olduğu yerde konakladığını, onun ve diğer şehidlerin ruhu için ihsanlarda bulunduğunu söyler.

Kosova'nın Türk idaresine girmesi üzerine meşhedin çevresine müslüman halk yerleştirilerek bunların vergiden muaf tutulmasının kararlaştırıldığı 951 (1544) yılına ait Vulçıtrın Livâsı Tahrir Defteri'nden öğrenilmektedir (BA, nr. 234). Türbenin mevcut binası, muhtemelen 1660'ta burayı bakımsız bir halde bulan Melek Ahmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Evliya Çelebi, Melek Ahmed Paşa ile 1660 yılına doğru Kosova sahrasını ve türbeyi ziyaret ettiğini, yapının bakımsız olduğunu, halkın isteği üzerine Melek Ahmed Paşa'nın türbeyi temizlettiğini, bir hafta içinde etrafını duvarla çevirip avlusuna bağ ve asmalarla 500 meyve ağacı diktirdiğini ve bir türbedar tayin ettiğini söyler; türbenin önemli bir ziyaretgâh olduğunu, çevresinde 10.000 kadar şehid yattığını da belirtir.

Türbe, 1845'te Rumeli valisi serasker Hurşid Paşa tarafından esaslı bir şekilde tamir ettirilmiş, 1848'de türbedar için bir ev yaptırılmıştır. 1866 yılında yeni bir tamir gören türbenin sağ tarafına II. Abdülhamid tarafından tamiri sırasında bir selâmlık binası eklenmiştir. Girişteki dört sütunlu sundurma büyük ihtimalle bu tamirlerde inşa edilmiştir.

Hudâvendigâr Meşhedi, bu toprakların kaybedilmesinden kısa bir süre önce büyük bir toplantıya sahne olmuştur. Arnavutluk'taki bazı kaynaşmaları önlemek düşüncesiyle Sultan Mehmed Reşad'ın bir Rumeli seyahatine çıkması, halife sıfatıyla Arnavutlar'a hitap eden bir konuşma yapması ve Kosova sahrasında toplanan müslümanlarla birlikte burada bir cuma namazı kılması uygun görülmüş, bu sebeple ziyaret öncesi türbeye ait yapılar elden geçirilmiştir. Selânik'e 7 Haziran 1911 günü çıkan padişah 15 Haziran'da Priştine'ye ulaşmış, 16 Haziran Cuma günü türbeyi ziyaret etmiş, çevreden gelerek burada toplanan ve sayılarının 100.000 kadar olduğu tahmin edilen bir cemaatle açık namazgâh haline getirilen bu sahrada cuma namazı kılmış, aynı gün halkı yatıştırıcı bir hatt-ı hümâyun okunmuştur. Fakat Osmanlı ordusu bu olaydan bir yıl sonra Kosova sahrasından geri çekilmek zorunda kalmıştır. 20 Ekim 1912'de Priştine'ye giren Sırp ordusu, 22 Ekim günü Ali Rızâ Paşa kumandasındaki Türk kuvvetlerini çekilmeye mecbur ederek Kosova ile birlikte bütün Rumeli'nin kaybedilmesine yol açmış, Hudâvendigâr Türbesi de böylece elden çıkmıştır. Ancak Osmanlı Devleti ile Sırp hükümeti arasında İstanbul'da Mart 1914'te imzalanan barış antlaşmasına konulan madde ile türbenin herhangi bir sebeple ortadan kaldırılması önlenmiş, bakımının yapılması da bazı esaslara bağlanmıştır.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Kosova Yugoslavya sınırları içinde kalmış, 1952'de bazı İstanbul gazetelerinde türbenin yıktırıldığı yolunda haberler çıkmıştır. 1961'de Kosova sahrasını ziyaret eden Semavi Eyice tarihî çevrenin korunduğunu, Hudâvendigâr Meşhedi ile tepedeki Gazi Mestan Türbesi arasındaki yükseklikte Miloş adına 15 m. boyunda modern bir anıt yaptırıldığını görmüştür. Bu tarihte türbenin içi temiz olmakla beraber son derecede fakirdi. Tabanında halı, sandukanın üstünde iyi bir örtü yoktu. Duvarlarda değersiz birkaç levha, sanduka etrafında ise dört beş şamdan bulunuyordu. Türbeye ait olduğu söylenen Memlük sultanının hediyesi bir çift değerli şamdan Atina'da satışa çıkarılmış, bu yıllarda burada elçi olarak bulunan Ruşen Eşref Ünaydın tarafından satın alınmıştır. Yıllar sonra Kosova'dan geçen Ekrem Hakkı Ayverdi'nin çektiği fotoğraf türbede fazla bir değişiklik olmadığını göstermektedir. Eski fotoğraflarda bugün hiçbir izi kalmayan bir tekke binası görülmektedir.

Türbenin duvarları tamamen kesme taştan örüldüğü gibi biri pencerelerin alt sövesinin altında, diğeri örtü hizasında olmak üzere iki taş silme cepheleri çepeçevre dolaşır. Kare planlı türbe binasının üstünde sekiz köşeli taş bir kasnak bulunmaktadır. Kurşun kaplı kubbenin tepesinde hilâlli bir alem yer almaktaydı. Yuvarlak kemerli ve kubbeli giriş revakı Türk mimari geleneğine ters düşen bir görünüştedir. Âhenksiz kemerler, garip başlıklı ve yüksek postamentlere oturan sütunlar Türk sanatına tamamen yabancıdır. Aynı yabancı üslûp türbenin mermerden kapı çerçevesinde de kendisini gösterir. Cephelerdeki pencereler, içleri dolu Türk tahfif kemerleriyle klasik dönemin yapı sanatına işaret ederse de pencerelerin üst söveleri ve profilli yan dikmeleri Meşrutiyet döneminin belirsiz üslûplu mimarisine aittir. Hudâvendigâr Türbesi, XX. yüzyıl başındaki tamirde dış kaplamasının değiştirilmesi, saçak hizasında bir dizi konsolların yerleştirilmesi, zevksiz ve acayip giriş revakının inşasıyla günümüzdeki şeklini almıştır. Bugün görülen duvar kaplamasının içinde kalan ana bünyesi klasik üslûpta bir Osmanlı türbesinin özelliklerine sahip olmalıdır. Türk mimarisine tamamen yabancı bir üslûpta kabartmalarla bezenmiş mermer sövelerin çerçevelediği kapının üstündeki üç beyitlik kitâbe, bu değişikliğin Sultan Mehmed Reşad'ın ziyareti münasebetiyle gerçekleştiğini göstermektedir: "Pek harâb olmuş idi bu türbe-i Şâh Murâd / Emr ü fermân eyledi ta'mîrine Sultan Reşâd / Bir zafer târîhini yâd ettiren bu millete / Rûh-ı pâki şâd eden o şâh-ı âlîhimmete / Arz edip bu cevher-i târîhi ta'zîm eyleriz / Meşhedin ihyâsını Şevket saâdet belleriz." Buradaki mücevher tarihin ebcedi 1327 (1909) yılını vermektedir.

Avlunun türbenin tam girişi karşısındaki duvarında da bütünüyle mermerden ufak bir çeşme daha vardır. İki yanında oluklu bir çift pilastır olan bu çeşmenin ortası kavisli alınlığı altında dört mısralık bir kitâbe bulunmaktadır: "Şehriyâr-ı zî-himem şâhenşeh-i âlî-nijâd / Teşnegân-ı meşhedi âb-ı keremle kıldı şâd / Eyledi ihyâ bu ra'nâ çeşmeyi Sultan Reşâd / Çıktı (bir) târîh Şevket (feyzgâh-ı ittihâd)." Bu dörtlüğün, ebcedle 1329 (1911) yılını veren son mısraındaki "feyzgâh-ı ittihâd" kelimeleri parantez içine alınmış olarak taşa işlenmiştir. Kitâbeden, çeşmenin daha eski bir çeşmenin yerinde ihya edilmek suretiyle Sultan Reşad adına ve onun burayı ziyareti sırasında yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu iki tarih manzumesi, Ömer Faruk Akün'ün tesbitine göre Kosova merkez nâibi Yenişehirli Hüseyin Şevket Efendi'ye aittir.

İkinci avluda bulunan selâmlık binası harabesiyle sağ taraftaki duvarda selâmlık çeşmesi olarak anılan küçük kuru çeşmenin üzerinde Yakovalı tüccar Ali Hacı tarafından yaptırıldığını belirten 1316 (1898) tarihli mermer bir kitâbe bulunmaktadır.

Türbenin duvarları içindeki hazîrede ayrıca iki mezar vardır. Bunlardan biri, Silistre başkumandanı iken daha sonra Sofya'da Ordu-yı Hümâyun kumandanı olan ve 1276'da (1859-60) Priştine'de vefat eden Rifat Paşa'ya, mermer lahitli ikinci kabir ise 1321'de (1903-1904) ölen Kosova Valisi Hâfız Mehmed Paşa'ya aittir. Bu mezarlar taşları ile, diğer kitâbeler resimleriyle birlikte yayımlanmıştır (Nimetullah Hâfız – Mücahit Asim, XI [1976], s. 209-214).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA